Ahmet Mısırlıoğlu


1953 yılında Karaman Fenari Mahallesi’nde doğdu. Baba tarafından dedesi, eskilerin Mısırlızade olarak andığı Fenari Mahallesi’nden Mısırlı Ahmet Hoca lakaplı Babaoğlu Cami imamlığından emekli merhum Ahmet Mısırlıoğlu, anne tarafından dedesi ise Hisar Mahallesi’nden Ağa Bacak lakaplı Mehmet Bacak’tır. Babası Ziraat Bankası’ndan emekli merhum Mustafa Rıfkı Mısırlıoğlu, annesi Habibe Mısırlıoğlu’dur. Cumhuriyet İlkokulu 1965, Karaman Ortaokulu 1969, Endüstri Meslek Lisesi 1973 ve Gazi Üniversitesi Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Mühendislik Bölümü 1983 mezunudur.

1971 yılında Karaman Liseler Arası Şiir Yarışması’nda üçüncülük ödülü almıştır. 1998 yılında TEMA Vakfı Karaman Şubesi Kurucu Başkanlığı döneminde, TEMA Vakfı Bölge Temsilcileri Toplantısı’nı Karaman’da gerçekleştirmiştir.

Ekmeğim Suyum Karaman isimli Karaman Şiirleri kitabı sunuş yazısında, akçesiz işleri sevdiğini söyleyen Mısırlıoğlu, durumunu Robert Graves’in “Şiirde para yoktur. Ama parada da şiir yoktur” harika sözüyle özetliyor. Hali tavrı, derviş kıvamında olsa da boş durma, aylak çalış felsefesini benimsemiş olacak, edebiyatın pek çok alanında çalışmaları vardır. Yazdıklarını ille de basılıp yayınlansın amaçlı yazmadığı halde Karaman üzerine yazılmış üç kitabı vardır. O her şeyi kendi yarattığı iç dünyasında yaşamayı seven, onlarla hı yo demeyi yeğleyen münzevi meşrepli çağdaştır.

Karaman, Süleymanhacı köyü Pınarbaşı Höyüğü’nde yapılan kazılara göre 10.000 yıldan bu yana, Canhasan Höyüğü’ndeki kazılara göre M.Ö 6.000’lerde bir yerleşim merkezi olmuştur. Bazı tarihi belgelere göre ise, ilk yerleşmenin 4.500 yıl önce Karaman Kalesi ve Siyahser Mahallesi güney batısındaki Gâvur Höyüğü çevresinde olduğu yönündedir. Şehrin kadim tarihine ait kalıntılar Karaman Müzesi salonlarında ve bahçesinde sergilenmektedir.

Karamanoğulları Beyliği (1256-1487) Anadolu’nun ortasında iki buçuk asra yakın hüküm sürmüş, sikkeler (para) basmış, kalelerinde bayrağını dalgalandırmıştır. Beyliğin hitamında, varlığını önce Sancak Merkezi, sonra da sönük bir kaza merkezi olarak sürdürmüş, Cumhuriyet Dönemi’nde ise Konya’nın gölgesinde kalmıştır. Fakat Karaman, bugün sıradan bir il olmakta yetinemez, yerinde sayamaz. İnsanımızın köklü kültürü ve tecrübesiyle şehrini daha iyi noktalara götürebilecek gücü vardır. Karaman, tarihinden gelen yaradılış kodlarını gecikmeden hatırlamalıdır.

Aslında kimileri hep alacaklı gibi yaşasa da tek tek hepimizin doğduğu şehre borcu vardır. İnsan doğduğu şehrin çocuğudur. Dolgun göğüslerinden emerek büyür, gelişir. Dinlenmiş pınarlarından kana kana içer. Bağrındaki farklı binlerce nebatatla doyar. Dağı, ovası ve ağacı ile donanır. Yalnız ve ancak onun sonsuz kucağında kendini emniyette hisseder.

İnsanın dertlisi olduğu gibi şehirlerin de dertlisi olur. Şehircilik eski yapıları, değerleri yok etmek şeklinde anlaşıldığından, adına imar dediğimiz düşman kolu (!) bir kere Gazipaşa Caddesi’ne girmeye görsün: Ne İhtiyarlar Kahvesi ne fötr şapkalı Mehmet Gürle’nin bakkal dükkânı ne de Hamit Tartan’ın Yayla Bakkaliyesi kalır. Bizi bir araya getiren Deli Bekir’in Ahırı (Kahvesi) veya Şehir Kulübü de yerle yeksan olmuştur. Yıkım başladı mı durmaz: Odun Pazarımız, Buğday Pazarımız, Sebze Pazarımız, Kasap Halimiz, Teyyare Meydanımız, Kırbağlar ve Şarözü üzüm bağlarımız aynı akıbete uğrar.

Seksenli yıllara kadar İsmet Paşa Caddesi’nde selam alıp vermekten yürüyemezdik. Ara sıra çarşının aşina yüzlerinden Remzi Tartan’ı, Yakup Varlı’yı, Mehmet Dölek’i, Büfeci Süreyya’yı, Boyacı Çarli’yi görmesek, Taş Belediye, Ziraat Bankası, Süleyman Bey Hamamı da yerinde olmasa, Karaman’da değil de yaban bir el de yaşıyormuşuz hissine kapılacağız. Bana bu şehirde yaşadığımı hissettiren Muammer Baranlar, Elifler, İrebişler, Onbaşılar, Mehmet Eminler, Eşşekçi Orhanlar da çekip gitmişler. Neyleyim ben böyle delisi, velîsi olmayan şehri, diye eskilerle yatar, eskilerle kalkar efkârlanır.

Kendisinden kitap için biyografisi istendiğinde; bundan güzel tesadüf olamazdı diyerek, yazılarının yayınlandığı Karaman’ın Sesi Gazetesi’nde 2021 Ocak ayı sonlarında kaleme aldığı dumanı üzerinde “Arşivimi Düzenlerken” başlıklı yazısının biçilmiş kaftan olduğunu düşünür. Almış kalemi eline hazır hazinesinden bakalım ne der:

ARŞİVİMİ DÜZENLERKEN

Daha 5-6 yıl öncesine kadar evimin dolap, çekmece, kitaplığını zaman zaman elden geçirir, ayıklar, gereksiz şeyleri elden çıkarırdım. Fakat bugün ayıklayıp attığım şeyler için az hayıflanmıyor değilim. Zaten belli bir arşivim vardı. Türlerinin çoğalıp çeşitlenmesini nasıl baştan akıl edememiştim, bugün, ah kafam ah, demekten kendimi alamıyorum. Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki; son geldiğim noktada mevcut biriktirdiklerimin üstesinden gelemediğim, yeterince faydalanamadığım ve başkalarının istifadesine en azından istediğim ölçüde sunamadığım da bir gerçekti. Durum böyle olunca önce üzerine koymadan mevcutla yetinip sonra da kendimin ve başkalarının istifadesini esas almalıydım. Paylaşmalıydım. Gazetede yazıp, kitaplaştırmalıydım.

Bu yazıyı, ben neler neler yaptım gayesi ile yazmıyorum. Benim yaptığımı deli yapmaz. Hatta kendimle bazen: Maksatlardaki gayem amaçlardaki ereklere ulaşmaktır, diye ironi yapıyordum. Sanki başıma vuran varmış gibi ha babam de babam nelerle uğraşmış, neler biriktirmişim diye geriye baktığımda neler görüyorum neler. Dünyanın parasız en zengin adamıydım.

Binlerce gazete kupürünü tek tek kesip kırk farklı başlıkta tasnif ederek üç kalamazo dolusu gazete kupür arşivi. 

Yine gazetelerden kestiğim ilginç sanat değeri yüksek resim dosyası.

Karaman ülke ve dünya haritaları dosyası.

İstanbul Karamanlılar Eğitim, Kültür ve Sosyal Dayanışma Vakfı İKEV Postası dergisinde yazarların Karaman ve insanı üzerine yazdığı yüzlerce yazı, makale dosyası.

Karaman’ın farklı rengi, simgesi merhum Muammer Baran üzerine yazılmış yazı ve resimlerden oluşan dosya.

2004 yılından bugüne kadar Karaman’ın Sesi gazetesinde yayımlanan yazılarıma ait tarih sıralı 200 gazete.

Yayın hayatına devam eden-etmeyen ortak noktası Karaman tarihi, kültürü, folkloru üzerine süreli yayın yapan 60’ın üzerinde dergi.

Pek azı bedeli mukabili, çoğu hediye kitap, ansiklopediden oluşan belki de şehrin en zengin geçmişine hafızalık eden paha biçilmez 150 Karaman kokulu kitap.

Zaman zaman güncellediğim fakat eskisini kıyıp atamadığım kendime özel 2000’den fazla kaydın olduğu eş, çocuk hatta torun isimlerini de kapsayan 10 adet alfabetik telefon-adres fihristi.

Görülmemiş, duyulmamış, en ilginç, en nadidelerini bir araya getirdiğim alfabetik isim sözlüğü. Yeni ve eski dilden mürekkep yaşayan binlerce Türkçe kelimeden oluşan alfabetik kelime fihristi. Kendi ellerimle tuttuğum bulmaca sözlüğü.

Öleni, doğanı, nişanlanıp evleneni, askere gideni, eski dostlarla karşılaşma ve buluşmaları, önemli olay ve gelişmeleri 25 yıldır kaydettiğim ajanda.

Kendi albümümle yetinmeyip eş, dost ve akrabalardan tek tek topladığım Karaman ve insanına ait birbirinden değerli 500 siyah-beyaz fotoğraf arşivi.

Altı-yedi göbek geriden bir kasaba nüfusu kadar üyesi olan aile soyumuza ait dört ayrı şecere (soyağacı) cetveli. 400 sayfadan oluşan yayınladığım Karaman Tarihi ve Kültürü- Bir Zamanlar Karaman kitabıma ek olabilecek 200 sayfadan fazla yayınlanmayan ek bilgi defteri.

30 yaşından evvel yazdığım, akıbeti banyo sobasında hitama eren üç sinema filmi senaryosu.

Eğlenceli, hafif konulardan derlediğim ve bir kısmı bana ait başlıklardan oluşan bir kitap hacminde yayınlanmamış defter. Karaman insanının yaşanmış küçük hikâyelerinden oluşan gülümseten, argo, yer yer küfürlü, söz, hikâye, fıkra tadında 300 kadar yayınlanmayan küçük küçük eğlencelikler defteri.

68 şiirden oluşan, yayınladığım Ekmeğim Suyum Karaman isimli şiir kitabımdan başka, bir bölümü gazetede çıkan fakat ilk fırsatta iki kitap olarak yayınlamayı düşündüğüm 900 şiirimin olduğu ciltli iki defter.

Ağırlıklı olarak kendime ve yakınlarıma ait önemli bir bölümü 50-100 yıl öncesine ait mesela 1883 doğumlu dedeme ait nüfus cüzdanı, 1897 doğumlu babaanneme ait nüfus cüzdanı, 1929 tarihli Zeliha halama ait okur yazarlık kurs şehadetnamesi, 1954 tarihli babamın belediyeden aldığı bisiklet ehliyeti, 1955 doğumlu üç yaşında ölen kardeşime ait nüfus cüzdanı, 1959 tarihli babama ait Ziraat Bankası’ndan alınmış memuriyet cüzdanı, 1973 yılına ait Maltepe Ankara Reyhan Pastanesi kâğıt peçetesi ve diğer nüfus cüzdanları, sağlık karnesi, diploma, noter evrakı, tapu, çaplı tasarruf vesikaları, krokiler, vergi mükellef kartı, fatura, kan grubu kartı, üyelik kartları, askerlik cüzdanı, TRT televizyon bandrolü, nişan, evlenme, sünnet, sergi, müzik, açılış, konferans davetiyeleri, Karaman kartpostalları ve dahi niceleri niceleri…

Uzattığımı biliyorum…

Gelelim son sözlere…Yaptıklarıma bazen ben de şaşırmıyor değilim. İşin şaşılacak yönü de bu… Her şeyi, tekniği, teknolojiyi kullanmadan, mevcut kaynaklardan istifade etmeden iğneyle kuyu kazarak yaptım. Böyle yapmayı sevdiğim için yaptım. Teknolojiyi kullanmayı bilseydim bilmem nerelere uzar giderdim diye kendime sormuyor değilim.

Yaptıklarımı, biriktirdiklerimi hangi saikle yaptım. Bir: Doğduğum, doyduğum, yaşadığım şehre borcum olduğunu düşünüp bunun bir bölümünü ödemek istedim. İki: Şiir kitabıma girişte yazdığım gibi:

Yarın ölüp gidince
Şiirlerim kalacak hatıra
Muhtemel bazıları
Burun kıvırsa da bu duruma
Şairin bıraktığı bırakacağı
Başka ne ola? 

düşüncesiyle Karaman’ın geleceğine küçük bir armağan bırakmak istedim. Üç: Paradan gayrı her şeyi biriktirmeyi seviyordum. Yırtıp atmadan, kırıp dökmeden aklıma ne gelirse sahiplenmeyi, biriktirmeyi, istiflemeyi, toptancı esnafı olmayı seviyordum.

En son söz: Napayım, elimde değil; boş durmayıp aylak çalışmayı seviyorum der.

Eskilerle yatar, eskilerle kalkar demişken kendini alamaz, yine yazılarının yayınlandığı gazetenin 2021 Ocak ayı içinde kaleme aldığı Şehirle Hasbihal başlıklı birbirinin devamı niteliğinde üç yazısında yaşadığı şehirle dertleşir. Almış kalemi eline, bakalım hazır hazinesinden yine ne der:

ŞEHİRLE HASBİHAL I

60’lı 70’li yıllarda şehrin önemli sivil toplum liderleri Av. Baha Kayserilioğlu, öğretmen Ali Ünlüer, Saim Açıkgöz, Cengiz Tartanoğlu, Ömer Kayserilioğlu, Kütüphane Müdürü Sait Erdoğdu, Eczacı Naci Özpeynirci, Sıtkı Soylu’lar sınırlı imkânlar içinde sınırsız çalışma ve proje üretme çabalarını zaten kimimiz biliyor kimimiz duyuyorduk.

Zaman içinde, vakıf-dernek gibi gönüllülük isteyen görevler için herkesin bir adım geri çekildiğinde çekilmeyip bir adım önde duran vizyon-misyon sahibi nice kültür, sanat, turizm serdengeçtileri geldi geçti. Yoruldular belki engellendiler bazen yenildiler. Geriye hep; bir avuç köpük, bir avuç ümitsizlik kaldı.

10-15 yıl içinde Karaman’ın Sesi gazetesinde sayısız yazılar yazdım. Yazılarımın ekseriyeti Karaman ve insanı üzerineydi. Şehrin meselelerini, dertlerini, içinde yoğrulup hemhâl olmayı bir borç bildim adeta. Kendimi bundan alamıyor ve 2006 tarihli Karaman Ölüyor mu başlıklı yazımda, yeisle şunları yazıyordum:

Tarih-kültür-sanayi ve Türk Dilinin Başkenti Karaman gibi veciz başlıklar öyle kolayca söyleniverip geçilecek şeyler değildir. Bunlar büyük yaftalardır, öyle rozet gibi yakaya takılıp ortalarda gezilemez. Kendimize yakıştırdığımız bu etiketi hak etmemiz gerekiyor. Bu söylem ancak gereği yerine getirildiğinde haklı bir gururla taşınabilir.

Bir ara Uydukent… Megakent… Hafif Raylı Ulaşım Sistemleri… Kocadüz Mevkii’nde 10 bin konutluk yeni bir şehir sözlerinden geçilmiyordu. Sonuç mu? Sonuç: Sıfıra sıfır elde var sıfır 15 yıl önce (90’larda) şehrin tek çukurunu valilik inşaatına başladık. Geçtiğimiz yıl çukur mukur demedik oturduk. Dar görüşlülük parayla değil ki.

10 yıl önce (95’lerde) kara ve demir yolunun en dar bölgesine SSK Hastanesi sıkıştırdık. Hani dünya büyüktü? Yoksa bizim dünyamız mı küçüktü? Oysa dağda çobana sorulsaydı yer tercihinin yanlış olduğunu söyleyebilirdi.

25 yıl önce (80’lerde) hatalı bir Demiryolu Üst Geçidi yaptık. 2006 Temmuz’unda yıkılmasına karar verdik. Biz beklerken kış geldi yerleşti. Çeyrek asırdır bu atıl ucubeyle yaşıyoruz. Bizim kuşak Karaman’ı güneye bağlayacak Mara Yolu ve Göksu Irmağı’nın Karaman Ovası’na akıtılacak efsanesi ile büyüdü, 50 yaşını geçti. Efsaneler şöyle dursun, (2006) henüz daha tatlı ve yumuşak içme suyuna kavuşamadık.

Kale çevresi içler acısı. Bu tarihi alan Konya’da, Ankara’da olsa dolar taşar, insanlar oturacak yer bulamazdı.

Gelelim Mecburiyet (İsmetpaşa) Caddesi’ne. Görüntü kirliliğinin enva-i çeşidi var. Ziraat Bankası’nın ön cephesinde ağaç olmaktan çıkmış birkaç kütük arz-ı endam ediyor. Valiliğin (2006) kuzey cephesinde deli otlar, dikenler birbirini yiyor. Mevsimine göre kendiliğinden çıkmış devramber (ayçiçeği) kelleleri, yabani ebegümeciler boy gösteriyor. Atatürk büstü yabancı ottan-çöpten görünmüyor. Burası bizim bankalar caddemiz, ana caddemiz demeye insan hicap ediyor.

Esnaf ve sanatkârlarımız yıllara şamil düşünmüyor. Kaliteyi ve hesaplıyı bir araya getiremediğinden alışveriş önemli oranda çevre illere kayıyor. Bulamazsınız abi, Konya’ya kadar gideceksiniz lafını bir elli yıl daha mı duyacağız?

Daha ne olsun yahu, bu şehr-i Karaman bir Yeni Karamürsel Mağazası’nı kaldıramadı.

Beş yıldızlısından geçtik dört yıldızlı otelimiz (2006) yok. Düne kadar peynir-ekmek gibi satan TOFAŞ’ın bayisi yok.

Başka aynı coğrafi bölge insanı bir araya gelip düğünde, dernekte, gurbette birbirine sahip çıkıyor, hemşehri olmanın en güzel örneklerini gösteriyorlar. Biz ise şehrin dar caddelerinde birbirimizi görmezlikten geliyoruz. Gurbette isek zaten kaldırım değiştiriyoruz.

Bitmedi… Ülke genelindeki olaylara ve gelişmelere toplum olarak ilgisizlik, duyarsızlık şaşılacak derecede. Bölgemiz insanında ise bu durum maalesef daha da hat safhada.

Yakın tarih ufuk turumuz sürüyor:

Azerbaycan Devlet Tiyatrosu geldi, 300 kişilik Piri Reis Salonu bilâücret olduğu halde dolmadı.

Şehrimizde yapılan Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Spor Yazarları Derneği tarafından ortaklaşa düzenlenen ve 100’e yakın gazetecinin katıldığı “Türkçemiz Her Şeyimiz” panelinde Karamanlı yoktu. Yani eve misafir gelmiş, ev sahibi evde yok. Misafirlerin hangi izlenimlerle ayrıldıklarını artık biz hesap edelim.

Tüketicinin katılmadığı “Tüketici Hakları Konferansı” yine Karaman’da gerçekleşti. (Kendi başıma geldiği için biliyorum.) Kuruculuğunu ve ilk temsilciliğini yaptığım TEMA Vakfı’nın Bifa sponsorluğunda gerçekleşen “İç Anadolu Bölge Toplantısı”na diğer bölgelerden 25 temsilci geldi. Şehrimizden ise ellerimle dağıttığım 200 davetiyeye mukabil 10 kişi gelmedi.

Nasıl sormayım: Karaman ölüyor mu? diye.

Bu satırlar sadece bir sayfalık beyhudeler ve pejmürdelikler…

2006 tarihli yazımı: Tarihinde beylik-devlet kurmuş bu necip soyun bırakın hasta olup yataklara düşüp ölmesine, üşütüp öksürmeye bile hakkı yoktur, diye hitama erdirmiştim.

İleri gitmek için zaman zaman geriye dönüp bakmanın gerekliliğine inananlardanım.

ŞEHİRLE HASBİHAL II

Karaman’ın Sesi gazetesine 2017 yılında Garaman Garaman İllere Yaran Bana Yaraman başlıklı yazım kadim evlatlarını bağrında barındıramayan Karaman’a sitemin ötesinde bir öfke, bir kahır mektubu gibiydi:

Koca Yunus şehre mal edilememiş ki, O, on dört ayrı adreste anılır, türbelerinde yatırılır olmuş. Ne diyeyim, dizini döv Karaman.

Mevlânâ Hazretleri’ni 700 yıl evvel uğurlayıp Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’a teslim etmişiz.

Konya’nın Mevlânâ ile Konya olmasına fırsat vermişiz. Başını duvarlara vur Karaman.

Mustafa Kemal’in baba tarafından dedesi Ahmet Efendi Balkanlara bu topraklardan gitmedi mi?

Çanakkale’ye, İstiklal Harbi’ne, Cumhuriyetine bigâne kalıyor, neden sahiplenmiyorsun Karaman?

Türk Dili Fermanı’nı yayınlayan Karamanoğlu Mehmet Bey’in heykeli önce bilinmezlere, sonra şehrin dışına sürgüne gönderilmiş. Başını taşlara vur Karaman.

Türk Dünyası’nın efsane lideri Rauf Denktaş’ın vefatında gidip mezarına bir avuç vatan toprağı mı serptin? Eline mi yapışırdı Karaman?

Sen ne büyük hatalar yaptın be Karaman.

Şehir bir kere hastalanmaya görsün sesine, soluğuna, ruhuna nüfuz eden hastalıklı kimlik hükmünü nesiller boyu sürdürür. Vay o şehrin haline ki; tarihinde medeniyet kurmuş şehir ölmeyi hak eder, çok geçmez ölmeye yatar. Başımız sağ olsun dostlar, başın sağ olsun Karaman.

Uzatmak mümkün, lakin beyhude…

Şurası muhakkak ki; bağrımızdan çıkan değerli şahsiyetlerin sadece birisi bile Anadolu’nun sıradan bir kasabasından olsaydı, emin olun o kasaba Ankara’yla, Konya’yla yarışır olurdu. Tarihsel şahsiyetler ve yarattığı kültürel cazibe o şehri uçurmaya yeterdi.

Üniversitemizin öğrenci sayısının ve akademik yetkinliğinin artırılarak çağdaş bir anlayış ile bilimi rehber edinmesi, şehirde olan her işin içinde, her düzlemde adını aldığı şehirle bütünleşmesi gerekmiyor mu?

Şehrin sabitlenmiş nüfus zincirini kırması için kamu-özel yatırımlarının artırılması, mevcutların çeşitlendirilmesi, bilhassa elmacılığın gerçekten güçlü birlik-kooperatif eliyle planlama, üretim, pazarlama sorunlarının tek elden etkili bir şekilde ele alınmasının vakti gelip geçmiyor mu? En basitinden bir kısım Karamanlı evinde hoşaflık elma kurutur, marmelat, sirke yapar. Bu bize hâlâ bir ilham vermiyor mu? Karaman elması, meyve suyu fabrikalarının insafına bırakılacak kadar önemsiz ve değersiz mi? Sadece elma mı ve dahi niceleri…

Kendi payıma, daha çok da şehir dışında ya da her Konya’dan Karaman’a dönüşümde şehrimin geleceği ve kültürüne olan ümidim iyiden iyiye azalıyor.

Makus talihin ağlarını biz kendi ellerimizle ördük. Kime ne dersin.

Bırakalım başkalarını. İşe başkalarından değil kendimizden başlayalım, kimse bir şey yapmazsa biz bir şey yapalım. Allah aşkına şehrimiz için ne yaptık şikâyet etmekten başka?

Ekonomi yetersiz, eğitim bozuk, kaynaklar kıt olabilir. Her şeyi devletten ve Allah’tan beklemeyi bırakıp düzelmek için önce kendimizden başlamamız gerekmiyor mu?

Karaman bugün müflis milyarder durumundadır. Ülke içinden, ülke dışından olsun, her alanda imkân ve kaynakları toprağına çekecek alt yapı yatırımları yetersizdir. Karaman’ın her alanda genişlemeye, büyümeye, nüfus ve nüfuzunu artırmaya ihtiyacı var. İstanbul İKEV, Ankara KAREV gibi merkezde her işin içinde ve başında olmaya aday 2021 Ocak ayında oluşum halinde olan KARTAP Karaman Tanıtım Platformu bu alandaki boşluğu doldurup şehrin yükselmesinde önemli bir figür olabilir. Yıllardır yazılarımda: Şehre bir abi lazım deyip duruyordum. Çıkılacak bu uzun soluklu yolda KARTAP şehrin geleceğine yön veren abi olabilir. Yaratılan heyecanlı havada azim, gayret ve irade elle tutulur gözle görülür kadar gerçek.

ŞEHİRLE HASBİHAL III

Şehirle Hasbihal I-II başlıklı yazılarım Karaman’ın ekonomik, sosyal, kültür hayatındaki yetersizliklerden başka kültür, sanat, edebiyat, turizm çalışmalarının genellikle akim kalması üzerineydi.

Bir kere; Karaman’da her yıl yapılan Türk Dili Bayramı ve Yunus Emre’yi Anma Törenleri birbirinden ağır konulardır. Ayrı tarihlerde kutlanmalıdır. Anma törenleri malumunuz üzere özellikle son yıllarda yasak savar ben yaptım oldu anlayışı ile icra edilir oldu. Bunun böyle olmasında belki de en büyük etken, ülke düzeyinde olduğu gibi STK’lerin Karaman özelinde de etkisiz, isteksiz olmalarıdır. İnsan faktörü her alanda birinci sıradadır. Her şeyin başında öncelikle o işi yapma iradesi, azmi ve gayreti olmalıdır. KARTAP gibi oluşumlar inisiyatif almalıdır.

KARTAP, çıkılacak bu seferberlikte valilik, belediye, İl Kültür Müdürlüğü ve OSB’yi yanına ve arkasına almalıdır.

Yönetiminde her görüşten, toplumun her katmanından yetkin, yetenekli, donanımlı temsilciler olmalı fakat başta siyaset olmak üzere tartışma yaratacak konuların konuşulması yasak olmalı. Merkezi bir yerde her tekniğin, teknolojinin kullanıldığı, her çalışmanın rahatça yapılabildiği fiziki büyüklükte olmalıdır.

Bütçe atanmış ve seçilmişlerin getireceği sistemle garantili, sağlam kaynaklara bağlanmalı. Harcamalarda eli titrememeli. Faaliyetler, etkinlikler için resmi ve özel kurumların imkânlarından azami derecede faydalanılmalıdır.

Şüyuu vukuundan beter. Yani adın çıkacağına canın çıksın demeye gelen “Karaman’ın Koyunu Sonra Çıkar Oyunu” deyimi aslında Karamanoğlu’nun, Osmanlı ve Moğollar’a karşı uyguladığı anlatılan bir savaş efsanesidir. Savaşta ise her türlü aldatma, yanıltma hâlâ kullanılan bir yöntemdir. Daha önce yazdığım gibi maksadını aşan bu sözü: Karamanlı içine düştüğü zor durumlardan zekâsı ile çıkmasını bilir şeklinde açıklamak varken polemik konusu yapılmasına fırsat verilmemelidir.

Karaman, hangi Karaman, Konya Karaman… alınganlığını bir kenarda tutup, tarihinde bayrağı, sikkesi, ordusu olan beylik hatta devlet bakiyesi olduğumuzu anlatmalıyız.

Yine 2019 yılında Karaman’ın Sesi gazetesinde: Karaman Engelleniyor mu-Cezalandırılıyor mu başlıklı yazımdaki tezimizi unutmayalım. Ama takılıp kalmayalım.

Yunus Emre Karamanlıdır gerçeğini Osmanlı arşivlerinden, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden, tarihçilerden, uzmanların görüş ve yazılarından anlatmalıyız. Tüm tezlerimizi Karamanlıdır üzerine kurarsak başkalarının ekmeğine yağ sürer, konunun bu düzlemde konuşulmasına yardım etmiş oluruz.

Türk Dili adına ülke düzeyinde yapılan tüm çalışma ve etkinliklerin Karaman’da yapılması için girişimlerde bulunmalıdır.

Yapılacak çalışmalarda Ankara’da hiç de azımsanmayacak siyasi gücümüz vardır. İş, çalışmaya, üzerinde durmaya, ısrarla fikri takibe kalıyor. Kolay mı?.. Elbette kolay değil. Davamıza sahip çıkmazsak başka mahfiller sahip çıkar.

İl düzeyinde ve merkezde bahsedildiği gibi film ve dizi film çekimi, gezi ve yemek programı yapımcıları şehrimize davet edilmeli. Bu davetler şehir ağzıyla değil, her yol ve imkân kullanılarak adeta elinden tutup getirilerek yapılmalı.

Gerçekleri kabul edelim. Bizim birincil önceliğimiz Yunus Emre ve Türk Dili olabilir. Fakat davetli misafir akademisyenlerin, tarihçilerin, yazarların olmayabilir.Geçmişte örnekleri yaşandığı gibi misafirlerimizi davet etmekle kalmamalı rehber ile karşılayıp ibate (konaklama) iaşelerini (yemek) karşılamalı, hediyelerle uğurlamalıdır. Ancak böyle yapılırsa misafir şehrimize bir daha gelmek için can atar. Şehrin gönüllü fahri hemşehrisi olur.

Misafir memnuniyeti bağlamında müteahhit iş adamı Lütfi Aslan Bey’in on yıl evvel naklettiği bir anısını aktarmalıyım. Bir pazar sabahı çarşıdaki yazıhanesine bir Karadenizli çat kapı girer: Burası nasıl bir memleket? Bir kahvaltı salonu bulamadım, nerede var, diye gürler. Lütfi Bey: Bu adamı başımdan savsam memleketine döndüğünde ölünceye kadar Karaman’ın ve Karamanlının ne kadar kötü olduğunu anlatır diye düşünür ve kısa bir tereddütten sonra: Buyrun buyrun… Burası kahvaltı salonu der ve adamı oturtur. Yazıhane çalışanına yavaşça bir şeyler söyler. On dakika sonra yazıhane bir anda evden ve çevreden ürünlerle şehrin kişiye özel en zengin kahvaltı salonu oluverir.

Üzerine çaylar içilir, sohbetler edilir. Misafir vedalaşır, yazıhaneden geri geri ayrılırken aynı zamanda boşuna müteahhit iş adamı olmayan Lütfi Bey’i hürmetle selamlamaktan kapıyı bulmasına çalışanı yardımcı olur. İşte o gün bugün misafirimizin evine döndükten sonra Karadeniz dağlarında karşılaştığı her hemşehrisine Karaman’ın ve insanının ne kadar güzel olduğunu anlattığı sesler kulağıma gelir gibi olur. Bilmem o sesleri sizler de duyar gibi oldunuz mu? Zaten köklü kültürün mirasçıları olarak şiarımız: Kapımız açıktır girene, lokmamız helaldir yiyene değil mi? Hepimiz bu küçük hikayedeki gibi ve diğer başka başka hikayelerde de sorumlu ve duyarlı olmak durumundayız.

Son söz: Ne yaparsak yapalım bir tek kişiyi kırmadan, dökmeden, küstürmeden, ayırıp bölmeden, dışlamadan, kızmadan uhuletle, suhuletle ve sadece Karaman merkezin değil, il düzeyinde herkesin katılım ve katkı koyması prensibiyle, rütbesiz er gibi çalışarak çalışarak çalışarak yaşadığımız şehre borcumuz olduğunu bilerek yapalım.

Kadim Karaman kültür mirasına sahiplenmeyi kendine görev addeden Anı Bisküvi Ailesi’ne takdir, teşekkürlerimi arz ederim. Kitaptaki güzide topluluğun içinde olmaktan ziyadesiyle bahtiyarım. Beni değerli şahsiyetlerin arasına alma nezaketini bahşeden pek kıymetli Sayın İbrahim Rıfkı Boynukalın abime, Anı Ailesi’nin muhterem üyeleri sayın Ömer Nazım Boynukalın abime, Ali Kemal Boynukalın, Ahmet Vefik Boynukalın ve Haluk Özatay’a saygılarımı sunarım.


Yorumlar