Ali Güler

 

Karaman, dünyaya açılan ilk penceremiz… Karaman sevdamız… Bizim nesil, yani 1960 yılı başlarında doğanlar biraz Arasat’ta kalan bir nesildir. Ne tam olarak toprak damlı, kerpiç evlerin çocuklarıydık, ne de çatıları kiremite dönüşen betonarme evlerin… İkisinin arasında bir de damları çinko ile örtülen kerpiç evler dönemi vardı elbette… Aslında bir değişimin ve dönüşümün orta yerinde büyümüştük. 11 Kasım 1962’de dört çocuklu bir çiftçi-tüccar ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Doğduğum evin, Ferit Çelebi Camisi Sokağı'nda olduğunu söylediler. Babam Hacı İsmail Güler, Kızıl Oğuz Yörüğü, altı çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak Kızılkuyu köyünde doğmuş. 13 yaşında dedemi kaybetmiş. Yetim büyümek zorunda kalmış. Annem Hacı Fatma Güler, Avşar Türkmeni bir ailenin üç çocuğunun en büyük evladı olarak Gasaba’da (Kâzımkarabekir) dünyaya gelmiş. Bir zamanlar çevre köylerce yayla olarak kullanılan, sonradan köy haline gelen Sinci, iki ailenin bir araya gelmesine vesile olmuş. Annem ve babam 1945 yılında evlenmişler.

Benim çocukluğum, genellikle her evin küçük çocukları bakımından olduğu gibi ailemizin refah düzeyinin oldukça iyi olduğu döneminde geçti. Babam hem Karaman’da traktör alım satımı yapıyor, hem de Sinci’de çiftçilik işini sürdürüyordu. İlk dükkânımız İhtiyarlar Kahvesi’nin yanında idi. Ticaret işimiz, köylümüz ve anne tarafından akrabamız olan Hacı Mehmet Oğuz Amca ve Kaşif Güler amcamla ortak idi. Babam daha sonra o dükkânı Hacı Mehmet Oğuz ve kardeşi Hacı Abdullah Oğuz Amcalara bıraktı. Aktekke Camii’nin yanı başında, Eski Odun (Buğday) Pazarı’nın girişinde yeni bir traktör alım-satım dükkânı açtı. Bu defa İlisıralı (Yollarbaşı) Mehmet Amca (Malak Mehmet) ve Kaşif Amcam ile ortaktılar. Tarla, harman, ekin ekme zamanları Sinci’de, diğer zamanlar ise Karaman’da geçiyordu hayatımız.

Genel olarak Gasaba, özel olarak Sinci’de “okuma kültürü” çok yaygın ve gelişmişti. Çocukların iyi bir eğitim alması, bir üniversite bitirmesi bilinçli bir gelenek oluşturmuştu. Bunun elbette sosyolojik ve kültürel birçok nedeni vardır. Ama arazilerin sulanmaması, kıraç olması, miras yoluyla bölünmesi herhalde başlıca etkendi. Yağmur yağarsa ekin olur, köylülerimizin yüzü biraz güler; yağmur yağmazsa o yıl masraflarını bile alamazlardı. Çocuklarını okutarak, meslek sahibi yaparak kurtarmak isteği bütün ailelerde vardı. Herkesin hem köyde hem de Karaman’da evi vardı. İş zamanı köye giderler, diğer zamanlarda Karaman’da herhangi bir iş yapmadan çocukların eğitimi ile ilgilenirlerdi.

Bu nedenle köyde okuma oranı çok yüksektir. Eski caminin (yenisi yapıldıktan sonra yıkıldı) önünde, yerde bir büyük hatıl ağacı vardı. İki adet de akasya ağacı. Bu arada köydeki tek yeşillik bu iki akasya idi. İnsanlar, gölgenin durumuna göre ya hatıl ağacının üzerinde veya akasyaların altında otururlardı. İşleri yoksa orada toplanır, çitlek çitler, Cumhuriyet gazetesi okur, ülkenin sorunlarını konuşurlardı. Tabiri caizse her gün hükümet yıkılır ve kurulurdu. Ben bu caminin önünün adeta bir “okul” olduğunu düşünmüşümdür hep… O caminin önündeki okuldan çok sayıda doktor, öğretim üyesi, mühendis, öğretmen, albay, astsubay, uzman çavuş, emniyet müdürü, memur, sendikacı mezun oldu…

Karaman’da birçok mahallede kiralık evlerde oturduk. Sonunda ben ilkokul üçüncü sınıfta iken Seki Hamamı’nın tam arkasında, neredeyse hamama bitişik bir ev aldık. Evimizin girişinde oda kapılarının açıldığı bir salon vardı ve çok genişti. Zaman zaman orada top oynardık. Ev geniş ve güzeldi. Fakat küçük bir sorun vardı: Akrepler ve salyangozlar (sümüklü böcek) evin içinde geziniyor, bizlere arkadaşlık ediyordu (!) Sabah kalktığımızda dayama yastıkların üzerindeki canım oyalı örtüler sümüklü böcek salgılarından yaldızlı, yaldızlı parlardı. Hamamın dibinde ev alırsanız olacağı buydu… Aile fertlerinin ısrarı üzerine rahmetli babam satmaya razı oldu. Bu sefer, Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’nun arkasında, Müze’ye çıkan yolun üzerine açılan bir çıkmaz sokaktaki iki katlı ve bahçeli evi aldık. Bu evimiz, Bozoğlu’nun Bahçesi’ne yakındı. Oradan erik ve elma yemişliğimiz çoktur.

Tabidir ki, bu ev değişiklikleri bizim okulları da değiştiriyordu. Ben ilkokula Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’nda başlamıştım. Kezban Külahçı öğretmenimizdi. Süreyya Peker, Celalettin Işık, Mehmet Nuri Ün, Nuray Karaman ile aynı sınıfta idik. Ben üçüncü sınıfı Seki Hamamı’nın yanındaki eve taşınma maceramızdan dolayı Cumhuriyet İlkokulu’nda okudum. Cumhuriyet’te okulun bir mehter takımı vardı. Ben de orada görevliydim. Bir yıl aradan sonra döndük geri Gazi Mustafa Kemal’e… Başka bir sınıfa vermişlerdi beni. Bir gün Kezban Hoca, gelip beni o sınıftan aldı ve kendi sınıfına götürdü. Sağ olsun, üzerimizde emeği çoktur. Çalışkan bir öğrenci idim. Dersi iyi dinler, ödevlerimi düzenli olarak yapardım. Ders dışında fazla çalışmaz, özellikle yaz günlerinde geç saatlere kadar sokakta oynardım.

Bizim nesil oyuncaklarını kendi yapan, kendi kendilerine oyun kuran bir nesildi. O zamanlar henüz tahrip edilmemiş, betonlaşmamış doğa ile iç içe idik. Simit bilmezdik. Teneffüslerde yegâne yiyeceğimiz, okulun karşısındaki bakkaldan 15 kuruşa aldığımız çeyrek çimen ekmek idi. Bizim için, pastadan daha cazipti. Hele bir de ekmek taze ve çıtır çıtır ise… Söylemekte beis yok, elbette “çimen kokulu” çocuklardık… Hac mevsiminde ise “hacı yağı” tabir edilen misler gibi kokardık… Lise yıllarımızda bir gün sınıftaki herkesin sürdüğü bu mis kokusundan, bir bayan hocamızın sınıftan kaçtığına da şahidiz…

O zamanlar ülkemiz NATO ile az önce, “darbe” ile yeni tanışmış, Marşal Yardımları ile desteklenmekte idi. Amerika’nın verdiği sütleri veya süt tozundan yapılan sütleri okulda içerdik. Okulun nöbetleşe verdiği unları evimize götürür ya annelerimiz tarafından ya da fırında yapılan “tak tak halkaları” herkese dağıtır, beslenme saatlerimizi ABD’ye “sempati içinde” geçirirdik (!)

Karaman’ın henüz sanayileşmediği, kasaba büyüklüğünde tipik bir tarım şehri olduğu yıllardı. Lakin tarihi özelliğine bağlı olarak “kadim kent kültürü”nü her yerde görmek mümkündü. Henüz köylerimiz ve çevre ilçelerden aşırı bir göç almıyorduk. Şehir, geleni de kendi bağrına basar ve kentlileştirirdi. İnsan ilişkileri, sosyal hayat ona göre şekillenmiş, ailecek film seyredilen Eski ve Yeni Sineması, İstasyon ve Sulu Parkı, bahçeleri, Çamlık Mesiresi ile sosyal hayatı zengin, insan ilişkileri modern bir durumdaydı. Asayiş sorunu hemen hemen yok denecek kadar azdı. Ahilik kültüründen kaynaklı olarak birbirleriyle dayanışma içinde olan esnaf, mesela vakit namazı için camiye giderken dükkânını kilitlemez, kapısını çeker ve gider gelirdi.

Televizyon yoktu. Radyodan, saat 19.00’da TRT’nin akşam haberlerini (ajans denirdi) dinlerdik. Daha doğrusu babalarımız dinlerdi. Elbette ajans saatinde bizim gürültü yapmamız yasaktı. Cuma sabahları, okula gitmeden önce, içinde kemikli sıygıç da olan düğürcük çorbamızı (babam sulu pilav derdi) içerken, kulağımız da “Halk Hikâyeleri” veya “Arkası Yarın”da olurdu. Sonra okulun yolunu tutardık.

Evlerimizde Arçelik buzdolabı ve çevirmeli telefonlar vardı. PTT’ye numara yazdırıp bağlanmasını beklediğimiz yıllardı. Televizyonla, renksiz de olsa ortaokul yıllarımızın başında tanıştık. Televizyonu ilk olarak, Sulu Park’ta izlemiştim. Demir bir kafesin içinde duruyordu ve çok karlıydı. TRT Televizyonu’ndan 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı izlemiştik. TV dünyamız henüz siyah beyazdı ve tek kanallıydı. Gece saat 24.00’te bir askeri kıtanın göndere çektiği bayrak görüntüsü eşliğinde İstiklal Marşı ile yayına son verilirdi. Bizim ailede televizyonu ilk Kaşif Amcam almıştı. Muhammed Ali Clay’ın boks maçlarını, saat farkı dolayısı ile sabaha karşı ailecek toplanıp izlediğimizi hatırlıyorum. Rahmetli amcam muzipti. “Anaaa le düdük sesi de duyuluyor!” diyerek takılırdı. Kasaları ahşap olan Nordmende ve Grundig marka televizyonlar meşhurdu o zamanlar Karaman’da…

Ortaokul birinci ve üçüncü sınıfı Anafartalar Ortaokulu’nda, ikinci sınıfı da şimdilerde, birleşerek Güneysınır olan ilçenin Karasınır (Karasenir) bölümünde (diğer bölümü Elmasun’du) okudum. Büyük ağabeyim Himmet Güler’in hanımı Emine yengem orada öğretmendi, ben de onun yanında kalıyordum. Çok kıymetli hocalarımız vardı Karasınır’da. Disiplinli bir okuldu. Sınav döneminde çocukların şehirde gezmeleri yasaklanırdı. Anafartalar Ortaokulu’nda Mehmet Şensoy, Veli Akgül, Mehmet Sakallı, Hidayet Delice, Ali Ekrem Gür üzerimizde, yetişmemizde emeği çok olan hocalarımızdan bazılarıydı. Jet İsmet, bizim zamanımızda daha sakindi, lakin yine de korkardık. İstiklal Marşımızın okunduğu bir gün, bazı arkadaşlarımız tören disiplinine uymadıkları için, bizim sınıfın erkeklerinin tamamının saçları üç numaraya kestirilmişti. Havva Nas, Havva Karabacak, Nevin Güler Tartan, Enver Güler, Nezahat Gökalp, Merhum Muzaffer Delen, Merhum Recep Kiriş, Hakkı Lalelidağ isimleri ilk çırpıda aklıma gelen arkadaşlarımızdı.

Ortaokulda yaptığımız en iyi işlerden biri de okulumuzun yanında o zaman yeni yapılmakta olan Karaman Müzesi’nin bahçesinin düzenlemesindeki çalışmalarımızdır. İlhan Temizsoy İngilizce hocamızdı. Derslerimizi zaman zaman sınıf olarak Karaman Müzesi’nin bahçesini düzenleme çalışmaları ile geçiriyorduk.

Ortaokul sonda sınavlara girdim. Yatılı olarak üç okul kazanmıştım: Konya Yapı Meslek Lisesi, İstanbul Kabataş Erkek Lisesi ve Akşehir Öğretmen Lisesi… Ağabeylerimin etkisiyle ailem, Akşehir Öğretmen Lisesi’ne gitmem konusunda karar verdiler. Bu kararda biraz da İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde gittikçe artan “anarşinin”, öğrenci olaylarının etkili olduğunu şimdi anlayabiliyorum.

Akşehir Öğretmen Lisesi’nde yatılı eğitime başladık. Okul güzel, altı yüz civarında öğrenci; onların içinde Osman Kahya, İsmail Ünlüer gibi Karamanlı hemşerilerimiz de var. Akşehir’den, Konya’dan, Afyon’dan, Şuhut’tan, Sultandağı’ndan arkadaşlarımız var. Hocalarımız, çoğu İstanbul Edebiyat mezunu kaliteli insanlar.

Özellikle, Edebiyat hocamız Karapınarlı Duran Gündoğdu’nun üzerimde emeği çoktur. Kitap okuma sevgimi ve kitap alma alışkanlığımı önce Recep ağabeyime, sonra Duran hocama borçluyum. Daha çok edebiyata ve tarihe ilgi duyuyordum. Karasınır’ı saymazsak 15-16 yaşımda evden ayrı kalmıştım. Ayda bir Karaman’a gidip geliyordum. Babam, 500 lira veriyordu. Yatılı okul, yemeğimiz var, devlet elbisemizi de veriyordu. Ben 35 lirayı Akşehir- Karaman yolculuğu için, 15 lirayı da çay için ayırıyor, geri kalan 450 liranın tamamına kitap alıyordum. Kültür Kitabevi en çok uğradığım yerdi.

Lisede ilk yılımız böyle geçti. Ben ikinci sınıfta edebiyat bölümüne ayrıldım. Merhum arkadaşım Prof. Dr. Ramazan Tosun (Bozkırlı) ile duvar gazetesi çıkartıyorduk. Okulumuzdaki huzur ortamı, ikinci sınıfta okulumuza Gasabalı hemşerim Matematik Hocası Mehmet Sak’ın müdür olarak atanması ile bozuldu. İkinci MC Hükümeti dönemiydi. Nahit Menteşe Milli Eğitim Bakanı idi. İşin ideolojik boyutuna girmeden söyleyeyim, hocalara baskı yapılmaya, görev yerleri değiştirilmeye ve tayinleri başka yerlere çıkartılmaya başlandı. Buna tepki gösteren dersi boş öğrenci arkadaşlarımız müdürün odasını bastılar. Giriş katındaki odasının penceresinden kaçan müdürü kovalayan öğrenciler, bir süre sonra yakalayıp, istifa dilekçesi imzalattılar. Biz Duran Hoca’nın dersindeyiz. Hatta ben tahtada Karacaoğlan’dan bir koşmanın vezin ve kafiyesini çözüyordum. Sınıfımız yol tarafında. Olanları pencereden seyrettik. Uzatmadan söyleyeyim, akşam Toplum Polisi (Şimdiki Çevik Kuvvet’in benzeri) okulu bastı. Yemekhaneden toplanan götürülen yüzün üzerindeki arkadaş arasında ben de vardım. İsmim verilmişti. Sabaha kadar Nezaret, sonra Savcı’nın huzurundan Mahkeme’ye, Hâkim’in huzuruna çıktık. 9 kişi idik. Ben ve bir arkadaşım dersimiz olduğu, olayda bulunmadığımız için serbest kaldık. Diğer yedi kişi cezaevine gönderildi. Bu olay yıllar sonra 1982’de askeri öğrenci olacağım zaman karşıma çıkacaktı: “Aşırı sağ faaliyetlere katılmışım”! Neyse, tutuklanmadığım için bir zararı olmadı.

Emniyete götürülen ve içinde benim de bulunduğum yüzden fazla arkadaşım Konya İl Disiplin Kurulu’na verilerek okuldan uzaklaştırıldık. Konya’da Recep ağabeyimin yanına gittim. Bir süre sonra İl Disiplin Kurulu okula dönmemize karar verdi. Döndük. Bu a r a d a 5 O c a k 1 9 7 8 ’ d e M e r h u m S ü l e y m a n D e m i r e l ’ i n Başbakanlığındaki İkinci MC Hükümeti (41. Hükümet) yerine, Merhum Bülent Ecevit’in başbakanlığında yeni bir hükümet kurulmuştu (42. Hükümet). Necdet Uğur Milli Eğitim Bakanı olmuştu. Bizim okulda bu sefer yeni ama farklı şeyler olmaya başladı. Müdür değişti. Hocalar sürüldü. Yeni hocalar geldi. Yeni okul yönetimi aralarında benim de olduğum daha önce İl Disiplin Kurulu’na verilen yüzden fazla öğrenciyi değişik öğretmen liselerine sürdü. Benim şansıma Antalya Aksu Öğretmen Lisesi düşmüştü. İkinci yılın sonlarıydı. Derslerim iyiydi. Rahmetli babamla gittik. İki yılın yatılı okul masraflarını ödeyip, tasdiknamemi aldık, Karaman Lisesi’ne geldik. Lise üçüncü sınıfı Karaman’da okudum. Kasım Kara, Halil Çevik, Sema İnekçioğlu, Muzaffer Delen, Selahattin Sekmen, Saniye Başkalkan, İsmail Karakaş kimi sınıfımızda, kimi yan sınıfımızdan arkadaşlarımız. Daha çok Kasım Kara ile takılıyorduk.

Tarihe meraklıyım. Vaktimizin çoğunu Selahattin Sekmen ile birlikte, o zamanlar Hacı Beyler Camii’nde bulunan Karaman İl Halk Kütüphanesi’nde geçiriyoruz. Türk kahramanları hakkında araştırmalar yapıyoruz. Yaz tatillerinde köyde değilsek, Kasım Kara ile halden kutularda çilek alıp Perşembe pazarında (o zamanlar İmaret’in orda idi) satıyoruz. Bazen inşaatlarda çalışıyoruz. Ben aldığım yevmiye ile hemen Mangırcı’ya gidip kitap alıyorum. Varlık Yayınları’nın yayımladığı yabancı klasikler o zaman 7,5 lira, 10 lira idi. İnşaat yevmiyemiz 150 lira. En az on tane Jack London, Knut Hamsun, Ernest Hemingway vs. alıyorum. Anda Dağıtım AŞ.nin kitap dağıtım minibüsü ayda bir geliyor Karaman’a. Ben yolunu gözlüyor, hemen minibüsün içine dalıp kitap seçiyorum. Acaba o paralara çeyrek altın mı alsaydım diye zaman zaman düşünüyorum…

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Genel Türk Tarihi AnabilimDalı’na girmek istiyorum. Birinci tercihim. Hocaların hemen hemen hepsinin kitaplarını zaten okumuşum. Lakin 1979’da liseyi bitirdiğimde, ilk sınavda orayı kazanamadım. Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü (o yıl dört yıl olmuştu) kazandım. Serde tarihçi olmak merakı var. 1980 senesinde tekrar girdim sınava ve bu sefer kazandım. Kazanmasına kazandım ama rahmetli babam “Ankara’ya göndermem” diyor. Her gün öğrenci olaylarında birçok genç ölüyor büyükşehirlerde. Konya’da oku diyor. Dil ve Tarih kasımda açılacak. Haziranda kazandığımız belli olmuştu. Eylüle kadar babamı ikna edemedik. 12 Eylül 1980 darbesi olunca, babam ikna oldu Ankara’da okumama.

Dil ve Tarih’te Türk tarihçiliğinin duayeni, Mehmet Fuat Köprülü ekolünün güçlü temsilcileri ve hepsi rahmetli olan, Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Prof. Dr. Aydın Taneri, Prof. Dr. Faruk Sümer, Prof. Dr. Mustafa Kafalı gibi çok değerli hocalarımız oldu. Özellikle Aydın Taneri Hocamızın üzerimde emeği çok fazladır. Hepsine Allah rahmet eylesin. Prof. Dr. Şerafettin Turan, Prof. Dr. Reşat Genç, Prof. Dr. Kazım Yaşar Kopraman, Prof. Dr. İsmail Aka, Prof. Dr. Refet Yinanç, Prof. Dr. Yavuz Ercan, Prof. Dr. Ayşe Onat, Prof. Dr. Azmi Süslü, Prof. Dr. Refik Turan, Prof. Dr. Feda Şamil Arık, Prof. Dr. Ünsal Yavuz, Prof. Dr. Nejat Kaymaz, Prof. Dr. İzzet Öztoprak hocalarımız kimi doçent, kimi asistan iken derslerinden feyiz aldığımız insanlardır.

Dil ve Tarih’te okurken ikinci sınıfta, 1982 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı adına “askeri öğrenci” oldum. Okul bitince Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şu kurumlarında görev yaptım: 1984-1988 yılları arasında Elektronik Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığında (Mamak/ ANKARA); 1988-2002 tarihleri arasında 14 yıl Kara Harp Okulu Komutanlığında (ANKARA); 2002-2004 tarihleri arasında Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi Komutanlığında (ANKARA); 2004-2005 tarihleri arasında Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı Müze Kısım Amirliğinde (Harbiye/İSTANBUL). Dr. Öğretmen Albay rütbesinde iken, 3 Ekim 2005 tarihi itibarıyla kendi isteğimle Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekli oldum.

2005-2009 yılları arasında Türk Metal Sendikası Genel Başkan Danışmanlığı görevini yürüttüm. Aynı yıllar arasında Avrasya (ART) Televizyonu’nda her hafta yayınlanan “Düşünme Zamanı” isimli bir tartışma programını hazırlayıp sundum. Halen Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü bünyesinde “Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Dersleri” vermekteyim.

Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde Yüksek Lisans (1984) ve Doktora (1993) yaptım. 1988-2010 yılları arasında Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Türk Askeri Tarih Komisyonu Asli Üyesi; 2000-2010 tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri Atatürk Araştırma ve Eğitim Merkezi (ATAREM) Genel Kurul Üyesi olarak görev yaptım. Anıtkabir Derneği Yönetim Kurulu ve Bilim Kurulu, Türkiye Emekliler Derneği, ANKARAMANDER ve KAREV üyesiyim. Anıtkabir Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürütmekteyim.

1987 yılından beri, Merhum Hacı Ahmet Sait Erdoğdu ve Merhum Hacı İsmet Erdoğdu’nun en küçük evlatları Azize Hülya Güler ile evliyim. Vuslat ve Ezgi adında “kütüphaneci” iki kızım ve onların eşleri olan Faruk ve Çağlayan isminde iki oğlum var.

Türkiye’deki Gayrimüslimler (Rumlar, Ermeniler, Yahudiler), Türk-Yunan İlişkileri, Atatürk, Atatürkçülük ve Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi alanlarında çok sayıda eserim vardır. Bu konularla ilgili makalelerim çeşitli akademik ve askeri dergilerde yayınlanmıştır. Başta, Genelkurmay Başkanlığının düzenlediği “Askeri Tarih Seminerleri” olmak üzere birçok bilimsel toplantıya davetli veya görevli olarak katıldım ve bu toplantılarda bilimsel bildiriler sundum.

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün baba ve anne soyunun Karaman’a dayandığını ilim âlemine ve askeri yayınlara sokan yaptığım araştırmalardır. Hemşehrimiz Kazım Karabekir Paşa ile ilgili de bir eserim vardır. Karaman Türk dilinin başkentidir. Karaman Yunus Emre’nin doğup büyüdüğü şehirdir. Piri Reis’ten Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Merhum Raif Rauf Denktaş’ın aileleri Karamanlıdır. Karaman bütün bu değerlerine sahip çıkmalıdır. Genç nesillerin Karaman’a aidiyet duymaları ve Karaman markasının ülkemize dünyaya tanıtılmasında bu değerlerimizin çok önemli olduğu açıktır.

Elbette şehrimizin kültür ve ekonomisinin bir parçası olan, “calla, etli ekmek, arabaşı, batırık, tahinli, küflü tulum peyniri, Divle peyniri, yanık koyun yoğurdu, elma, bulgur vs.” gibi yöresel ürünlerimiz ve tadlarımız da hem Türkiye’ye hem de dünyaya tanıtılmalıdır. Bu konulara sahip çıkması gerekenler, mülki idarecilerimiz değil; yerel yöneticilerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ve siyasetçilerimizdir. Kalıcı ve sürekli tedbirler alınmalıdır.

Bütün bu STK ve akademik çalışmalarımın yanında, 18 Mart 2015’ten itibaren de siyaset yoluyla Karamanımıza hizmet etmeye çalışıyorum. Halen Milliyetçi Hareket Partisi’nde Genel Başkan Başdanışmanı, MYK Üyesi ve Siyaset ve Liderlik Okulu Koordinatörü olarak görev yapmaktayım. Karamanımızın sorunlarının çözülmesinde ve tanıtımında yerel ve genel siyasetin en önemli etken olduğu bilinmelidir. Hemen hemen her dönemde, milletvekili, bakan ve bürokrat hemşerilerimizle Ankara’da güçlü bir Karaman lobisi olduğu unutulmamalıdır. Yeter ki bundan Karaman için faydalanmasını bilelim. Mesele Karaman olduğunda ideolojik duruşlarımızı bir kenara bırakabilelim. Karaman meselesine siyaset üstü bakabilelim.

Bu eserlerle Karaman’ın kültür ve tanıtımına çok büyük katkıları olan Anı Bisküvi sahiplerini, Rıfkı Boynukalın Ağabey’in şahsında, saygıyla selamlıyorum. İyi ki, varsınız.


Yorumlar