Atalay Tarhan

 

Ali Atalay Tarhan 05 04.1939 tarihinde Konya’nın Hadim ilçesinde, ailenin son çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Kayserilizade Hacı Ömer Efendi oğlu Şükrü Tarhan, annesi Aktekke vaizlerinden Yusuf Ziya Bey kızı Fatma Zehra Hanımdır. Babasının Özel İdare (Eytam) Müdürü görevi nedeniyle İlkokulu Konya Altınçeşme, Karapınar ve Ereğli ilçelerinde okumuştur. Babasının emekli olması üzerine 1948 yılında Karaman’a gelerek Cumhuriyet İlkokulu’nda okumuştur. Ortaokulu Karaman ve son sınıfı Niğde’de, liseyi Konya da okumuştur. 1957 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ni kazanarak 1962 yılında mezun olmuştur.

İller Bankası Hidro – Elektrik Dairesi’nde göreve başlamıştır. İnşaat Fakültesi’ne ve İller Bankası’na girmesinde Dayızadesi Vedat Şen’in çok etkisi ve katkısı olmuştur. 1963 yılı Ekim ayında askerlik görevini İzmir Deniz Kuvvetleri İnşaat Emlak Dairesinde yapmıştır. Serbest çalışmak veya yurt dışına gitmeyi düşünürken Vedat ağabeyinin “Sivas Suşehri Hidro-Elektrik Santralı projesi var, bunu yapacaksın” demesi ile Ankara’da müteahhitlik hayatına başlamıştır. Vedat Şen, serbest çalışmak arzusu nedeniyle Atalay’ı devamlı bu yola teşvik etmiştir. Önce ATALAY TARHAN Müşavirlik Mühendislik firmasını 1966 yılında kurmuştur. Vedat Şen’in emekli olması ile Vedat Şen, Hikmet Göfer ve Atalay Tarhan Proje, İnşaat, Elektrik PİE Ltd.Şti.ni kurarak müteahhitliğe başlamışlardır. Atalay Tarhan, Hikmet Göfer’in vefatı sonrası 1974 yılında, kendi isteğiyle buradan ayrılarak, kendi adına çalışmalarına devam etmiştir.

AYZE Proje ve İnşaat firmasını kurmuş, 2011 yılına kadar çalıştıktan sonra işlerini tasfiye etmiştir. Şimdi emekliliğini Ankara’da geçirmektedir.

1968 yılında TRT Haber Dairesi’nde Meclis Muhabiri Güler hanımla evlenmiştir. Ayşe Buyçe ve Zeynep Burcu adında iki kızı vardır. Kayserilizade Hacı Ömer dedem, Hacı Sami Tartan’ın kızı veya kardeşi bir hanımla evlenmiş ve babam altı yaşında iken tahminen, 1316 yılında vefat etmiştir. Babam annesinden hiç bahsetmemiştir. Babaannemin evlenip İstanbul’a gittiği zannedilmektedir. Babaannemin yakını ve babamla ilgilenen Tartanzade Emin Efendi’dir. Babam Orman İdaresi’nde işe başlamış, çalışmış ve okumuştur. Dedemin şimdi sanayi sitesinde hayratı çeşme karşısındaki mezarı Sabahattin ağabeyim tarafından nakledilmiştir. Babam annesinin mezarına ziyarete hiç götürmemiştir. Babaannemin rahat harcamaları nedeniyle (Emin Dayı’nın itirazlarına rağmen) miras kalan evleri ve arsalarını ve parasını kaybetmiştir. 1930 yılında Ankara Hukuk Mektebi’ne girmiş, Ankara Adliyesi’nde çalışarak okumuştur.

Önce Şerife hanımla evlenmiş; Ömer (Babasının ismi) ve Anakadın isimli iki çocuğu olmuştur. Bu hanımdan ayrılarak evlendiği ikinci hanımından kısa sürede anlaşamayarak ayrılmıştır. Bulunduğu Hadim ilçesinde Hadimizade ailesinin kızı Aliye hanımla ile evlenmiştir. Bu hanımdan olan çocuklarından yalnız Cevat ağabey yaşamıştır. Bu arada, Karaman’a gelişinde Kadıya rica ederek Yusuf Ziya kızı Fatma Zehra’ya talip olmuştur. Fatma Zehra, babasının Mansurdede (Köhne bedesten) Mahallesi’nde bulunan mahalle mektebinde hafız olmuş, Rum komşularından Latin harflerini ve ud çalmasını öğrenmiştir. Çok istemesine rağmen annesinin izin vermemesi nedeniyle okuyamamıştır. Kurslara giderek ana mektebi hocalığı yapmış, Maarif Müdürlüğünün 10.10.926 tarih ve 3547/780 numaralı yazısı ile Ereğli kazasına tayini çıkmasına rağmen annesinin itirazları ve çevre baskısı ile babamla evlenmiştir. Babamın annemden Sabahattin, İlhami, ikizler Yusuf ile Mustafa ve Atalay adlarında beş çocuğu olmuştur.

Babam Ankara Hukuk Mektebi’nde okurken Hacettepe’de iki oda tutmuşlar. Tuvalet bahçede, kadınların eşarplarını, erkeklerin şapkalarını kapı üstüne asmaları helanın dolu olduğunun göstergesiymiş. Annemin, “Ankara’da arsa alalım” isteği karşısında babam, “kurbağanın kırk paraya sulandığı yerde arsa alınır mı?” diyerek, Karaman’a dönmeyi düşündüğünü belirtmiştir.

Annem, Karaman’a özlemini şiirleri ile dile getirmiştir. Bu durum bende Karaman aşkının ve sevgisini doğmasına ve kabarması neden olmuştur.

Babam emekli olup Karaman’a dönünce bizleri okutmak istemez. “Ben o kadar okudum. Devlete avuç açtım, sizler ticarete atılın” diye bizleri teşvik ederdi. Annem ise okumamızda ısrarcıydı. Ben Cumhuriyet İlkokulu’nun dördüncü sınıfına, ikiz ağabeylerim ortaokula başladık. Ticaret yapma düşüncesiyle çarşıda Kadir Güneş’in helvacı dükkânı (Dayhana) yanında sahibi olduğu ekmek fırınını işletmeye karar vermiştir. Ancak eleman sıkıntısı nedeniyle dört ağabeyim de fırın ustası olmuşlardır. Bana da katiplik düşmüştü. 620 gram ekmek 20 kuruştu ve hesabı çok kolaydı. Hepsine Allah’tan rahmet diliyorum, Okul Müdürümüz Zeki Üyetürk, “Atalay’ı okula gönder. Arkadaşım diye düşünmem, jandarmayla getirtirim” diyerek, benim okula devamımı sağlamıştır.

Babam bizlere, “tüysüz yetimin hakkı var” diye, kimsenin hakkını yememeyi, bir hizmet alındığında parasının veya bahşişinin ödenmesini, büyüklere saygıyı, herkes gibi öğretmiştir. Maalesef 1.1.1952 tarihinde babamızı kaybettik. O tarihlerde Karaman çok farklı idi, komşuların birinin ihtiyacı olunca diğerleri hissettirmeden o ihtiyacı giderirlerdi. Bahçe ve bağ bozumunda, her sonbaharda kavurma, sucuk, pastırma (etlik) yapımında, hacdan gelen olduğunda mutlaka yardımlaşma olurdu. Evimiz Dikbasan Camisi karşısında Yusuf Hoca Mektep Sokak’ta idi. (Yusuf Dede’min okulu) O sokaktan kimse geçemezdi; kadınlar “Yolunu mu şaşırdın?” diye azarlarlardı. Kimse de sesini çıkarmaz, özür dilerlerdi. Herkes kapısının önünü süpürür, öğleden sonra çaput kilimleri sererek sohbet ederler ve işlerini yaparlardı. Çevreye saygı nedeniyle özellikle Ramazan’da pide, güveç (calla) vb yapılınca, kimseye kokmasın diye bunlar sarıp sarmalanırdı. Sokağın bir başında Tırıt Mehmet Amca, hanımı Cicianne, diğer tarafta Sarı Ahmet Amca, Terzi Cemalettin, Nayıplar, Bozkırlı Ali Amca, Aladağlı Fahri Amca, Sefine Hala (Muammer ağabeyin ailesi), Baranlar, Helvacı Rıza Tosun Amca, Hasan Hüseyin Köse, Edalılar komşularımızdı. Tanıdıkları, baba dostu yaşlı komşularımızı ve arkadaşlarımı ziyaret amacıyla her yıl mutlaka Karaman’a giderdik. Kitapçı Güngör Kayserilioğlu ailesinin, Sabahattin ağabeye gelin almaya giderken arabalarını göndermeleri annemi ve bizleri çok mutlu etmiştir. O tarihlerde Karaman’da iki veya üç adet otomobil vardı.

Manifaturacı Güngör Kayserilioğlu anlatmıştı: Kayseri Mimar Sinan köyünden gelip Kayserilioğulları’nı arayan üç kişi kendisini bulmuşlar. Kendilerinin Osmanlı döneminde Kayseri’ye sürgün edilen Karamanlılardan olduklarını, Karaman’da sürgün ve göçler nedeniyle Karamanlı kültürünün kaybolmaya başladığını ifade ederek, padişahtan bir kısmının Karaman’a dönmelerine izin verilmesini rica etmişler. Padişah, bu isteği kabul etmiş. Böylece bazı kişiler Kayseri’den Karaman’a göç etmiş. Bunlar, Kayserilioğlu diye anılmışlar. Gelen kişiler, “Kayserilioğulları’ndan Karaman’da kimler kaldı?” diye sormuşlar. Güngör Kayserilioğlu, kendisinin de onlardan olduğunu anlatmış. Gelenleri misafir etmiş ama tekrar görüşmek kısmet olmamış. Ben de gidip bu konuyu araştıramadım. Allah sağlık verirse araştıracağım. Ankara Karamanlılar Derneğinin faaliyetlerine yardımcı olamaya çalıştım. İşlerimi tasfiye ettikten sonra derneğimiz faaliyetlerine daha çok katıldım, halen denetçilik görevini yapmaya çalışıyorum.

Arkadaşlardan ve dostlardan çok az kalan olsa da Karaman’ın eski sokaklarını ve yerleşim yerlerini gezmek bana hüzün vermektedir. İlk elektrik santralinin su kanalı ve Boklu Bent, yüzme öğrendiğimiz yerlerdi. Dikbasan Camisi karşısında bulunan (soba külleri döküldüğü için) Hatçabacı küllüğü denilen yer oyun alanımızdı. Çok az tanıdık kalmış, kalanlar da benim gibi orta yaşlılar. Zeki Eryılmaz’ın dediği gibi Karamanlı olmak bir ayrıcalıktır.


Yorumlar