Hasan Koçak
25 OCAK 1944 yılında Karaman’ın Sakabaşı Mahallesi’ndeki toprak damlı iki katlı bir evde doğdum.
Babam Nuri Koçak, annem Fatma Koçak. (Konyalı Fadim) Konyalı olan annem 4 kardeşten (Ahmet, Fatma, Mustafa ve Kaya) ikincisidir.
6 kardeşin (Zeliha, Osman, Mustafa, Şükran, Hasan, Salih) beşincisi olan ben oldukça yaramaz bir çocuktum. Evimizin hemen yanındaki toprak damlı bir başka evde oturan amcamın 4 çocuğu (Lütfi, Mehmet, Şerife, Ayşe) ile aynı avlunun içinde 10 kardeş olarak büyüdük.
Ortak avlumuzun arka tarafında kerpiçten 2 ayrı kilerimiz vardı. Ev çok kalabalık olduğu için babaannem kileri hep kilitli tutardı. Kardeşlerimin içinde en ufak ben olduğum için kilerin demir parmaklıklı penceresinden içeri girip, kim ne isterse verirdim. Ta ki, bir gün babaannem beni yakalayıp dayak yiyene kadar. Bir daha da o pencereden içeri girmeye cesaret edemedim.
Yaramazdım dedim ya; terzilik yapan ablamdan para ister, vermezse elime makası alır elbiselerini kesmekle tehdit ederdim. Bunu gören ablam bir verdi, iki verdi üçüncüsünde yine dayağı yedim.
Mahalle arkadaşlarım olan Ahmet, Ekrem, İsmail, Doğan ve kardeşim Salih ile bilye, aşık, taş ve zaman zaman da uzun eşek oynardık. Ayrıca Karaman’ın ünlü Boklu Bent’ine yüzmeye gider, akşama kadar bağ bahçe gezer, meyve ağaçlarından çeşit çeşit meyveler yiyerek eve dönerdik. En çok da evimizin hemen yakınındaki sümbül ve lale kokan, çeşit çeşit meyve ağaçları ve sebzelerin ekili olduğu bahçemize gider, sapanlarımızla sığırcık avlardık. Akşamüzeri eve dönerken de abur cubur yemekten dolayı çok rahatsız olur, evden azarı işitirdik. Ama yine de her seferinde bu alışkanlığımızdan vazgeçmez ve geçirdiğimiz saatlerden müthiş bir keyif alırdık.
Yağmur yağdığı günlerde elimize tencereleri alıp, “Yağ yağ yağmur, teknede hamur, ver Allah’ım ver, sicim gibi yağmur” şarkısını söyleyerek evlerden bulgur toplar, bize getirip pilav pişirip yerdik.
Bir gün evimizin önündeki kuyuya “cup” diyecek diye, taş yerine yeni bayramlık ayakkabımın tekini atmıştım. Annemden yediğimi zılgıtı hiç unutamam.
Oldukça yenilikçi ve ileri görüşlü bir adam olan babam 1950 yılında Zabıta Amirliğinden istifa etti ve Karaman’da ilk fırını açtı. Gerçekten Karaman için çok önemli bir yatırım idi. Yıllarca devam etti. Fırınımız varken abilerim ile birlikte bisikletin arkasına binip maya tutmaya giderdik. Sonraki yıllarda ise fırının yanına bir de pastane açtık. Ancak o zamana göre biraz lüks görünümlü idi. Bu nedenle insanlar gelmeye çekindi. Herkes 50 metre ilerimizdeki
Dondurmacı Sait’e gidiyordu. Sonunda zarar ettiğimizde kapatmak zorunda kaldık. Pastane açtığımıza en çok sevinen yine biz 10 kardeştik. Pastanede satılmayan pasta, tatlı ne varsa tüm kardeşler oturup bir güzel yiyorduk.
İlkokulu evimize en yakın olan Güneş İlkokulu’nda okudum. Hatırladığım ilkokul arkadaşım Mehmet Pembeci ve Eyup Bağcı idi. Başarılı bir öğrenciydim. Yaramaz olmama rağmen ilkokulda tüm derslerimi Pekiyi ile geçtiğimi hatırlıyorum. Tabi bunda öğretmenin Nimet Hanım’ın beni çok sevmesi ve payı büyüktür.
İlkokul çağında unutamadığım bir anım da okul çantamın içinde öğlen yemeği için Karaman’ın meşhur çeşit çeşit sıkması bulunurdu. Sıkma tüm Karamanlılar gibi bizim evin de vazgeçilmezi idi. Annem, yengem ve mahallenin diğer hanımlarının birlikte zaman zaman toplanıp, hep beraber mayalı ekmek ve börek yaptıklarını hatırlarım.
İlkokuldan mezun olunca Konya’da bir sene önce açılan Maarif Koleji imtihanını kazanarak kolej hayatına başladım. Hazırlık sınıfı oldukça zor geldi. Çünkü hocalarımız Amerikalı ve İngiliz’di. Onlar Türkçe bilmiyor biz de İngilizce bilmiyorduk. Zorlu bir yılın ardına İngilizceyi öğrendim ve hazırlık sınıfını atladım.
Kolejde daha çok spor ve sosyal hayatla ilgili olduğumdan dolayı derslerde çok başarılı bir öğrenci değildim. Ancak sportif faaliyetlerde özellikle basketbol, futbol, voleybol ve atletizmde okulun en fazla milli olan sporcusuydum. O dönem yine pek çok tiyatro ve piyeslerde de aktif rol aldım. (Turgut Özakman’ın “Güneşte 10 Kişi” ve “My Fair Lady” müzikli oyunu gibi)
Aynı zamanda kolejin folklor takımında yer almıştım. Karaman’ın ilk Dil Bayramı’nda kolej folklor ekibi olarak Yeni Sinema sahnesinde Silifke yöresi oyunları oynamış ve büyük tezahürat almıştık. Kendi memleketimde bir ilki yaşamak beni çok gururlandırmıştı.
Kolejde yatılı okuduğumuz için bir tek hafta sonları dışarı çıkabiliyorduk. O zaman çoğunlukla sinemaya gider, 2 filmi arka arkaya izleyip okula geri dönerdik. Kolej yıllarımdaki arkadaşlarım ile hâlâ görüşür ve zaman zaman bir araya geliriz.
Yaz tatillerinde ise Karaman’a giderdim. Karaman’daki evimizin hemen bitişiğinde bir mescit vardı. Vakıf bir türlü imam vermiyordu. Zaman zaman namaz kıldıracak kişileri bulup onların maliyetini biz ailecek karşılıyorduk. Bu durum çok gücüme gitti. Bu nedenle bir yaz tatilinde Osman Hoca’ya gittim ve 3 kere hatim indim. Ertesi yıl yine tatil zamanı camimizde tatil boyu imamlık yaptım. Cemaatimizin çoğunluğu mahalle arkadaşlarım ve Osman Hoca’dan Kuran öğrenen kişilerdi.
Ayrıca Karaman’a gelince ilk iş annemden “Tömeken” ve “Çullama” yapmasını istemek olurdu.
Kolejde 1963 yılının bitirme imtihanlarında tarih dersinden ikmale kaldım. Ne yazık ki Eylül ayında da geçemedim. Böylece baş muavin Halil Edil tarafından cezalandırılmış oldum. Bu durum 1 seneme mal oldu. Halbuki o sene ODTÜ’nün İdari İlimler Fakültesi’ni kazanmıştım.
Bu bir senelik bekleme yılımda arkadaşım Zeki Erdal ile birlikte Zonguldak Ereğlisi’nde “Foster Wheeler” firmasında 6 ay tercüman olarak çalıştım. Sonra Karaman’a döndüm ve kalan 6 ayımda vaktimin çoğunu futbol oynayarak geçirdim.
1964 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin imtihanını kazandım. Bu süre zarfında hem çalıştım hem okudum. Zaman zaman okulun futbol takımında ve tiyatrolarda oynadım, şenliklere katıldım.
1968 yılında başlayan olaylar zamanı son sınıfta idim. Tabi ki bende bu olaylara zaman zaman dahil oldum ama derslerimi de ihmal etmedim ve mezun oldum. Babam bu arada siyasi olaylara karışmamam için Karaman’daki askerlik şubesini devreye sokmuş ve 1968 yılının Eylül ayında kendimi İstanbul Halıcıoğlu Levazım Okulu’nda buldum. 6 aylık eğitimden sonra tercüman kurası ile askerliğimi Niğde Bor’daki Amerikalıların yardım malzeme depolarında 1970 yılının Eylül ayında bitirdim.
Askerden sonra Ankara’ya döndüm. Ankara’da bir ofis tuttum ve Serbest Muhasebeciliğe başladım. İşlerim oldukça iyiydi. Ankara’nın tanınmış esnaf ve tüccarlarının defterlerini tutuyordum.
1972 yılında çok sevdiğim arkadaşım Hasan Eskil ve Eşi Emine Hanım’ın akrabası olan Handan Hanım ile zor da olsa evlendim. Neden zordu derseniz? Çünkü kayınpederim benim için “Elinde bir çanta çerçici gibi dolaşıyor. Olmaz.” dediyse de zar zor ikna oldu. İyi ki de oldu. Çünkü benim hep yanında olan hem eşim hem arkadaşım hem tercümanım sevgili Handan’ım ile dolu dolu tam 47 yıl çok güzel bir evliliğimiz oldu.
Evlendikten sonra Karaman’la ilgili en güzel anılarım; annem ve babam sağ iken her bayramda tüm eş, dost, akraba, çoluk çocuk ile birlikte Karaman’daki 2 katlı kerpiç evimizde toplanırdık. Evin içi o kadar kalabalık olurdu ki, geceleri herkes yan yana sıra halinde yerde yatar, adım atacak yer olmazdı. Bayram yemeği olarak sabah kahvaltısında çorbadan başlar, calla kebap, bamya, zerde ve pilav yerdik. Soba yanan odada kış günlerinde kuzine üzerinde patates büzdürürdük.
1973 yılında mükelleflerimden Necdet Usta Mobilya’nın sahibi rahmetli Necdet Abi “Yav bırak şu muhasebeciliği de gel beraber çalışalım” dedi. Bu şekilde mobilya imalatı ve satışı işine ortak oldum.
1973 yılının 1 Eylül’ünde oğlum Cenk dünyaya geldi. Oğlum Cenk, Bilkent Üniversitesi mezunu olup, şu an İstanbul’da taşeron müteahhitlik ve finans işlemleri ile uğraşmaktadır.
1978 yılının 24 Ekim’inde ise kızım Burcu dünyaya geldi. Kızım Burcu ise Doğu Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olup, şu anda İstanbul’da Dünya Göz Hastaneler grubunun Hukuk Müşavirliğini yapmaktadır. Her ikisi de bekar. Bu nedenle henüz torun sahibi olamadım.
1978 yılının sonunda bazı özel nedenlerden dolayı Necdet Usta ile olan ortaklığımdan ayrıldım. Birkaç arkadaşımla beraber parke ve mobilya malzemeleri satışı yapmak üzere Ersan A.Ş.’yi kurduk. Ne yazık ki ortaklarımın bir yanlışı sonucu 1982 yılında battık. Şirket müdürü olarak da bana epeyce zarar verdi.
Düzce’de bir sunta imalatı fabrikası faaliyete geçiyordu. Bana da Ankara’nın ve taşranın bir kısmının pazarlama işini verdiler. Sonradan diğer pazarlamacı arkadaşlarla beraber tüm Türkiye’nin pazarlama işini aldık. Bu şirkette toplamda 24 yıl çalıştım.
Bu arada 1991 yılında Ankara’da bir ev aldım ve 1996 yılında emekli oldum. 2006 yılında şirketin bazı yöneticilerinin işlemleri nedeniyle fabrika faaliyetine son verdi. Bu durum yine bana çok büyük maddi zararlar verdi. Ailecek çok zor zamanlar geçirdik.
Daha sonra işlerimi toparladım ve Düzce’de kaplamalı sunta ve MDF imalatı yapan bir şirket olan Doruk A.Ş.nin Ankara ve bölgesinin pazarlama işlerini aldım.
14 Ocak 2019 tarihinde biricik ve sevgili eşim Handan’ımı kaybettim. Bu nedenle işlerimi bırakıp Ankara’dan İstanbul’a taşındım. Halen kızım ile birlikte İstanbul Kadıköy’de yaşamaktayım.
Karamanlı, Kolejli, Ankaralı, İstanbullu dost ve arkadaşlarıma selam eder, sağlık ve esenlikler dilerim.
Yorumlar
Yorum Gönder