Ülgen Zeyneloğlu
Babam Dr. Fuat ZEYNELOĞLU
-1925’de Karaman’da doğdu.
- İlkokul ve ortaokulu Karaman’da bitirdi.
- Lise eğitimini Konya Lisesi’nde yaptı.
- 1942’de İstanbul Tıp Fakültesine başladı, 1948’de mezun oldu.
-Askerlik görevini ve zorunlu hizmetini Trakya’da, Eceabat ve Keşan’da yaptı. Bu yörelerdeki Sıtma Savaş çalışmalarını yürüttü.
-İç hastalıkları uzmanlık eğitimini İstanbul’da Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde yaptı.
-İç hastalıkları uzmanı olarak Karaman’da Devlet Hastanesi, Verem Savaş Dispanseri ve muayenehanesinde uzun yıllar hizmet verdi.
-1972’den itibaren İstanbul’ da görev yaptı: Sait Çiftçi Hastanesi, Fatih Verem Savaş Dispanseri ve 1. Levent’te muayenehanesinde tıp hizmetini sürdürdü.
-1981’de devlet hizmetinden emekli oldu, 2004 yılında yaşama veda edinceye kadar Levent’teki muayenehanesinde etkin olarak çalıştı.
-Eczacı Öznur Zeyneloğlu ile evlendi (1959), Ülgen Zeyneloğlu (doktor) ve Erhan Zeyneloğlu’nun (ekonomist) babasıdır.
Aile
Cumhuriyetin ilk kuşağından olan babamın çocukluğu Karaman’ın bahçelerinde “emin, temiz gökler altında” özgürce ve mutlu geçmiştir. Aileye doğan ilk çocuk olarak çok sevilmiş, isteklerine fazla sınır konmamış, çok sevdiği horozuyla uyumasına bile izin verilmiş. Horoz gagasının yara izini bir çocukluk anısı olarak sağ şakağında görürdük.
“Çocukluğunuz hep yanınızdaysa hiçbir zaman yaşlanmazsınız” sözünü doğrularcasına babam yaşamının son günlerinde bile dinçliğinden, genç, yakışıklı görünümünden pek bir şey yitirmedi; Karaman’da geçen özgür çocukluğunun etkisi olabilir mi? Sanırım öyle.
Üç kardeşi vardır:
Amcamız Eczacı Nejat Zeyneloğlu: Liseyi İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden diplomasını aldı; Önce Karaman’da sonra Konya’da uzun yıllar eczacılık yaptı, sempatik, ikili ilişkileri sıcak, nükteli bir insandı, yakın bir tarihte yitirdik onu. Halamız Yücel Zeyneloğlu Özkan. Kız Enstitüsü eğitimi sonrası Ermenekli avukat Ümit Özkan ile evlenip Ermenek’e yerleşmiş, çok sevecen, olgun, konuksever bir kişiliktir; Kızı, damadı ve torunuyla bugün İzmit’te yaşıyor.
Diğer amcamız Rifat Zeyneloğlu’nu bir trafik kazasında yitirmişiz, onu bizler tanımadık; ailenin acısıdır. Annesi ve babası: Raziye Mustafa Zeyneloğlu’dur.
Babam annesine diğer şeylerin yanı sıra lise eğitimini içtenlikle desteklediği için özellikle gönül borcu duyardı. (O dönemde kimi yakınlarının eğitimi bırakıp ticarete atılması yönündeki telkinlerine karşı durduğu için.)
Babasını da çok severdi; Mustafa dedem dindar, arı ruhlu bir insandı, insana güveni tamdı, annemin Karaman’daki eczanesine özveri ve öz disiplin ile destek vermesini minnetle anarız, örnek alırız.
Vakıf
Raziye ve Mustafa Zeyneloğlu adlarını tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’nın yazdığı “Abideleri ve Kitabeleri ile Karaman Tarihi, (1967) / Baha Matbaası, İstanbul” adlı kitabın 182-184. sayfalarında okuyabiliriz.
Mansurdede Mahallesi, Hatipoğlu Sokak, No: 8 Hicri takvimle 1180, Miladi takvimle 1766’da Zeynel Abidin Ağa Çavuşzade ünüyle bilinen kişinin Vakfiyesinin kalıtçısı babaannem Raziye hanımdır. Vakıf 1930’lu yıllarda devletleştiriliyor. Vakfiye 118 satır sülüsle yazılıdır, kâğıt 305 cm uzunlukta 42 cm eninde yeşil bir kumaşa yapıştırılmış, lakelenmiş silindir bir kutuya konmuştur. Bugün onu evimizde koruyoruz. Vakfiyeyi incelerken o dönemde Karaman’da bulunan mahallelerin, çeşitli yapıların da belgesel dökümü çıkmış oluyor, çünkü gelir olarak vakfedilen şeyler pek çok (2 han, 42 dükkân, 3 bezirhane, 5 ambar,1 ev) en ünlüsü Tapucak Mahallesi Dahak Sokak’taki Zeynel Ağa Cami. Vakfiyeye göre bu caminin içinde bir de kütüphane varmış ve içinde 79 yazma kitap bulunuyormuş. İ.H. Konyalı bu bilgileri verirken şunu da eklemiş (s.182) “Karaman Müftüsü Fisandonlu Mehmet Efendi medreseyi, kütüphaneyi, cami avlusu ile şadırvanın yarısını ikinci elden satmış, evler, akarlar yaptırmıştır.” Günümüzde diğer kalan yapıların ne olduğunu bilmiyoruz, el yazması kitaplara ne oldu bilmiyoruz, vakıf etiği hayli sorunlu.
Ama kitaplara değer verilmeyişinin en acı örneği 1989’da camiye çevrilen Karaman Halk Kütüphanesi’dir.
Üniversite
Babamın eğitim gördüğü yıllarda (1942-48) İstanbul Üniversitesi belki de tarihinin en pırıltılı günlerini yaşıyordu. 1933 Üniversite Reformu ile Darülfünun kapatılmış, çağdaş üniversite için Alman profesörlerle sözleşmeler bölümsel olarak yapılmıştı. Dersler Türkçe verilecek, kitaplar Türkçe yazılacaktı, bu arada Almanya’da Nazi Partisinin yüzde kırk dört oyla iktidarı alması bu süreci ivmelendirdi.
Doğa Bilimlerinden, Tıp Bilimlerinden, İnsan Bilimlerinden Yahudilik suçlamasından kaçan pek çok Alman öğretim üyesine Türkiye kapılarını ve kalbini açtı. Onlar da genç Türkiye’nin öğrencilerin kafalarını açtılar:
Bilim nasıl üretilebilir/ bilgi nedir/ bilginin olanağı nedir/ kavramları tanıma/ çözümleme/ açık-seçik ve sağın düşünme/ gözlem ve deneyle veri toplarken saltık dürüstlük/ sonuçları doğru ya da gerçek olarak kabullenmeden önce iyi uslamlama. Özetle öğrencinin entelektüel ve etik karakter geliştirmesini sağlamaya çalıştılar.
Babamda gördüğüm iyi hekimliği, sağlam bilgiyi, kanıta ya da tanıta dayanmayan verileri gerçek saymamayı, boşinanca kapılmamayı, etik tutumu bu kurumlardaki yetişmesine bağlıyorum.
Tıp profesörleri arasında E. Frank, P. Schwartz, A. Eckstein gibi klinisyenler, F. Arndt, Haurowitz, H.Braun gibi temel doğa bilimleri profesörleri vardı. Babamı en çok etkileyen İç Hastalıkları Profesörü dr. E. Frank’dır. Üniversite Yönetimi kendisine neden kitap yazmadığını sorduğunda yanıtı “Kendi bulguladığım, kendimin ilerlettiği konular olmalı, başkalarının yazdığı bilgiyi yineleyemem” olmuştur. Günümüze ne kadar yabancı bir tutum. Başka kitapları karıştırıp yeni gibi sunarak yazmak ülkemizde tıp topluluğunda neredeyse bir gelenektir, yadırganmaz da...
Savaştan sonra Alman öğretim üyelerinin pek çoğu ABD’ye ve Avrupa’ya dönerken Prof. Dr. E. Frank yaşamının sonuna kadar Türkiye’de kalır; “Her zaman cebimizde birkaç frank bulunur” gibi haset dolu sözleri Türk meslektaşlarından duysa bile. Dr. Frank, Devlet töreniyle toprağa verilmiştir.
Doktorluk/ Eczacılık
Babam 1959’da Eczacılık Fakültesi’ni yeni bitiren annemle evlenerek Karaman’a döner. Hem devlet kurumlarında hem muayenehanesinde doktorluk mesleğini sürdürür. Annem (Öznur Zeyneloğlu) eczanesini açar: Nur Eczanesi. O tarihlerde kadının ve erkeğin bilim ve ticaret alanlarında tam olarak eşit olduğunun edimsel olarak gösterilmesi kanımca kültürümüze katkı yapmıştır. Annem eczanesine komşu köylerden gelen müşterilerin duruşlarında ve söyleyişlerinde görgü ve incelik sezdiğini söyler. Karaman tarihinin Hititlere, Roma İmparatorluğuna, Selçuklulara, Karamanoğullarına ve Osmanlıya uzanan yaşanmışlığının bıraktığı izler olarak değerlendirebilir miyiz? Evet.
Annem Ankaralıdır, liseyi bitirinceye kadar Ankara’da büyür, üniversiteyi İstanbul’da bitirmiş; Baba tarafı Üsküp/ Köprülü’dür, anne tarafı Karamanlıdır. Anneannemin babası Kadı Ömer Efendi Osmanlı döneminin kadılarındandı, işlemeli kadılık cübbesini saklarız, kitaplığı kütüphaneye bağışlanmış, ne var ki kütüphanenin camiye çevrilişiyle o dönemin tarihi belgeleri de yitip gitmiştir.
İstanbul
Çalışan bir annem olduğu için ben de harika arkadaşlarımla doya doya çocukluğun oyun dünyasına daldım, Küçük Kadınlar’ı aratmayan çok mutlu bir dönem yaşadım. Ta ki kolej kapısından girinceye kadar…
On yaşıma bastığımda G.M.Kemal İlkokulu’nu bitirmiştim, kardeşim Erhan üç yaşındaydı.
İstanbul’a taşındık, babam 2 yıl sonra gelebildi.
İstanbul’daki orta eğitimim (St Pulcherie/ N. Dame de Sion) bana yalnızca yabancı dil eğitimi vermedi, çağdaş uygarlığı belirleyen önemli metinlerle tanışma fırsatı sağladı. Sanıyorum eğitimin en önemli yanı budur. Eğitim bir kişinin yaşamını kazanması için değil kendi insanlığını anlaması, hak, hukuk kavramlarını anlaması içindir. En iyi kategorilerde eğitim almak bütün Türkiye’nin hakkı ve çabası olmalıdır çünkü yaşamımızı insanca kılacak tek şey budur.
Bu vesileyle tüm Karamanlılara saygılarımı, sevgilerimi sunarım.
Yorumlar
Yorum Gönder