Ahmet Kayserilioğlu




BABAM BAHRİ KAYSERİLİOĞLU HOCA (1883-1963)
BABAMIN HOCALIK VE EĞİTİCİLİK HAYATI
Abdülhamit ve 2. Meşrutiyet Döneminde, Fatih medresesinde okuyup mezun olan babam, Arapça ve Farsça lisanlarına ileri derecede vâkıftı. Hatta Mevlana’nın Mesnevisini çevirisinden değil, Farsça olan orijinalinden okurdu. Uzun yıllar, içlerinde babamın da bulunduğu Karaman’ın üç büyük hocası olarak, halka İslâmın yüce ahlâk prensiplerini öğreterek onları aydınlatmışlardı. Ancak babam bu konuda bir devrim de yaratmıştı. Çocukları yetiştiren anneler değil miydi? İşte bu gerçeğin ışığında Dikbasan Camisinde, kadınlara uzun yıllar vaaz vererek onlara çocuk terbiyesinde çok bilinçli yöntemler öğretmişti. Vaaza giden kadınlar, evde çocuklarını yalnız mı bırakacaklar?!.. Tabi onlar da annelerinin kucağında camide vaaz dinliyorlar. Bununla ilgili çok ilginç bir anım var. “Sosyete Gömlekçisi” olarak İstanbul Beyoğlu’nda ün kazanan Karamanlı Celâlettin Benli, 1992 yılında bir banka veznedarının yanlışlıkla ona neredeyse alacağının iki katı kadar büyük miktarda para verdiğini anlar anlamaz; doğruca gidip fazla miktarı bankaya iade etmiş ve bu gazetelere konu olmuştu. Refet ağabeyimin 1960 yılından beri çıkarmakta olduğu, onun vefatından sonra bizlerin yönettiği, Sevgi Dünyası aylık dergisi için Celâlettin beyle yaptığım röportajda onu bu asil davranışa sevk eden sebepleri konuşurken, bana aynen şunları söylemişti : “Henüz ilkokula başlamadan, annemin yanında camiye gittiğim, dizinde uyuduğum günler, dün gibi hatırımda. Kadınlara vaaz veren babanız Bahri Hoca’nın gür ve inanmış sesiyle, ikna edici konuşmasını, kürsüdeki sevecen ve saygın halini hiç unutamam. Ne söylüyordu nereden bileceğim? Ama onun ve arkadaşlarının öğütleriyle doğru yolda yürüyen annemiz, babamız, bizleri de tabii ki kendileri gibi yetiştirmeye gayret ettiler!..”
Böyle bir babayla iftihar edilmez de ne yapılır!.. Benim babamla ilgili çok değişik başka bir anım var. Ortaokul ikinci sınıfta Türkçe dersinde, Hasan Tan hocamız: “Haydi herkes kâğıt kalem çıkarsın. Ancak evde değil, sınıftayken yazılabilecek bir kompozisyonu kaleme alacaksınız. Ve konuyu şöyle belirledi: hayatta kimin gibi olmak istiyorsunuz, niçin?” Hepimiz sayfaları doldurup hocamıza teslim ettik. Dışarı çıkanca bir de baktım ki, kimi Atatürk, kimi İnönü, Fevzi Çakmak, Kâzım Karabekir’i örnek almış. Eyvah, ben “babam” diye yazdım. Onların yanında, çok sönük kaldım diye hayıflanmaya başladım. Niçin sorusunu cevaplamaya, bizlerin terbiyesinde babamın nasıl yumuşaklıkla, hiç azarlamadan, bağırmadan davrandığını dile getirmekle başladım. Devamında babamın zaman zaman geçmiş din büyüklerinden örnekler vererek, espriler yapıp, fıkralar anlatarak bizlere öğütler verdiğini, sorularımızı bizim anlayacağımız tarzda cevaplandırdığını, bizleri düşünmekte serbest bıraktığını, karşı fikirlere bile nasıl tahammül ettiğini rahatlıkla anlattım. Çünkü hepsi sık sık yaşadığımız olaylardı. 
Sonraki dersimizde, hocamız bu büyük tarihi şahısların belli bir dönemin savaş şartları içinde ortaya çıktığını, şimdi ise barış döneminde olduğumuzdan, çevremizdeki kişilerden örnek almamız gerektiğini söyledi. Ancak benim kağıdımı beğendiğini de ilâve etti. Ve benim yazımı bir de öğretmenler odasında okumaz mı? Orada bulunan amcamın kızı, coğrafya öğretmeni Turan Kayserilioğlu; hemen bütün bunları babama da aktarmaz mı? Bir baba için, oğlunun kapalı kapılar arasında kalacak, unutulacak bir övgüsünün, kulağına gitmesi ne büyük bir ödül olmuştur herhalde kim bilir?!..
Babamın hocalık hayatında bir başka güzel davranışı daha vardı. Karaman hapishanesine eğitici olarak sık sık giderdi. Onları teselli eder, sabırlarını artırır, yeniden suç işlemelerini önlemek için nasihatlerde bulunurdu.
BABAMIN EŞLERİ VE ÇOCUKLARI
Eşleri deyince, aklınıza yanlış bir şey gelmesin lütfen. Babamın dört eşi oldu ama, hiçbir zaman iki eşli olmadı. Her biri tek bir hanımdı. Çocukları doğurup, erkenden dünyamızı terk edince, babam mecburen ortalığı çekip çevirecek yeni bir hatunla evlenmeyip de ne yapacaktı o zamanlar… Böylece benim ve kardeşim Abidin’in annesi dördüncü eşine kadar bu böyle sürüp gitmiş. Neyse ki annem, babamdan sonra uzun yıllar yaşamını sürdürdü de babam bu kısır döngüden kurtulmuş oldu.
Şimdi sıra ilk iki eşinden olan, her biri birbirinden değerli ağabeylerimi ve sonra da kendimi sizlere tanıtmaya geldi. Üçüncü eşinden olan ve ben çok küçükken ölen, annemin sevgilisi Nefise, onu büyük yaslar içinde bırakıp küçücük bir çocukken vefat ettiğinden ondan ancak bu kadar söz edebiliyorum.
İlk eşinden doğan en büyüğümüz Leyla ablamız hariç, bütün kardeşler hepimiz erkeğiz. Ve babam hepimizi de hem de geçmiş yılların ağır koşullarına rağmen, en azından üniversite mezunu yaptı. Aslında Leyla ablamı da “kadın hastalıkları uzmanı” olmak üzere eğitime göndermek niyetindeymiş ama o zamanlar Karaman’da ortaokul bile yok. İstanbul’a küçücük bir kız çocuğunu, kimin eline gönül rahatlığıyla teslim edip gönderecek?... Buna cesaret edememiş ve bu durum içinde hep uhde olarak onu rahatsız edip durmuş…  
Böyle bizleri peş peşe İstanbul’a tahsile gönderince dar görüşlü biri: “Hocam, bunlar sakın inançlarını kaybetmesinler” diye endişesini bildirince, babamın cevabı apaçık: “Tam tersine, onlar bilgilerini artırıp, Allah’ın yarattığı bu muhteşem kâinattaki mucizeleri görünce, benden daha fazla inançlı olacaklar!..”  Doğrusunu Allah bilir ama, en azından çıkardığımız dergilerdeki yazılarımızda, Allah’ın varlığının, yüceliğinin kanıtlarını veriyor ve O’nun gönderdiği bütün peygamberlerin öz sözü olan: İyilik, doğruluk, çalışmak, bilgi ve sevgi’den, yani ahlâkın bu temel ilkelerinden sık sık söz ederek, okuyucularımızı inanç ve ahlâk yönünden geliştirmeye çabalıyoruz…
Şimdi üç ayrı eşten doğan ve birbirlerini öz kardeşten daha fazla seven ağabeylerimin ve kendimin kısaca eğitim ve meslek yaşamlarından söz etmek istiyorum. En küçüğümüz Abidin, bu kitapta zaten kendini tanıttığından ondan söz etmiyorum. 
Erkek kardeşlerden en büyüğümüz olan Lütfullah ağabeyim, o zamanlar adı, “Yüksek Mühendis Mektebi” olan İTÜ’den inşaat yüksek mühendisi oldu. Anıtkabir inşaatında çalıştı ve sonra da Devlet Karayollarında kontrol mühendisi oldu. Aynı anneden doğan Ziya ağabeyim, önce öğretmenlik yapıp sonra İstanbul Üniversitesi İktisat mezunu olarak, işçi sigortalarında uzmanlık yaptı ve serbest hayata atılarak sigorta uzmanlığını sürdürdü. Babamın ikinci eşinden olan Refet ağabeyim, uzman doktor olduktan sonra, ülkemize hipnozla tedaviyi getiren, ilk kişilerden biri olarak, hastalarına büyük hizmetlerde bulundu. Ayrıca, daha önce de belirttiğim gibi 1960 yılında yayınlamaya başladığı dergiyi, 2004 yılında vefatına kadar aralıksız sürdürdü. Yazılarıyla, kitaplarıyla okuyucularını sürekli aydınlattı. Ondan sonra doğan Bekir ağabeyim, lise son sınıfta hastalanıp hepimizi yaslar içinde bırakarak öldüğünden, ondan daha fazla söz edemiyorum. Ama en küçükleri olan Avukat Baha ağabeyimi bütün Karamanlılar zaten tanır. Karaman’daki avukatlık hizmetinden daha da önemli olarak, “Karaman dil ve Yunus Emre’yi anma” bayramını başlatan ve vefatına kadar bu hizmetini sürdüren ağabeyim, Karaman’a pek çok “ilk”leri yaşattı. Devlet Senfoni Orkestrasını, baleyi ve çok önemli konuklarını Karaman’a getirip hem onlara şehrimizi tanıtmış hem de Karamanlılar onları tanıma şerefine erişmişti.
Şimdi sıra dördüncü eşten ilk doğan bana geldi. Son olarak da tahsilleri esnasında ağabeylerime şefkatle hizmet eden annemden kısaca söz etmek istiyorum. Babamın yüce eğitimi sayesinde; özlük-üveylik gibi bir konunun, ailemizde ve kardeşlerimiz arasında söz konusu bile olmadığının bir delilini de annemin ağabeylerime bu fedakâr davranışlarını okuyunca anlayacaksınız. 
Ben Karaman ortaokulundan sonra, İstanbul Erkek lisesi ve Kabataş lisesinden mezun oldum. Oralardaki birbirinden değerli hocalarımızın sayesinde 1954 yılında İTÜ’nün çok zorlu klasik giriş sınavını kazandım ve İnşaat Yüksek Mühendisi olarak oradan mezun oldum. Hiç ara vermeden bir yıllık “İşletme İktisadı Enstitüsünü” bitirdim. Askerlikten sonra İstanbul’da, statik ve betonarme hesapları yapan ünlü bir kuruluşta çalıştım. Sonra da İstanbul Anakent Belediyesindeki statik bürosunda birkaç yıl hizmet verdim. Ve en sonunda küçük bir hissedar olarak, kat karşılığı ve devlet ihaleleriyle, değişik inşaatlar yapan bir şirkette yöneticilik yaptım. Emeklilik sonrasında 60 yaşındayken, giriş sınavlarını kazanarak, İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümüne girerek oradan mezun oldum. Son yıllarda öğretmenlik mesleğini el ucuyla tutarak, onlara yetersiz saygı ve imkân tanıyarak çocuklarımızı çok zor durumda bıraktığımızın farkındaydım. Amacım, bu gençlere psikolojik destek sağlamaktı. Nitekim on dokuz yıldan beri, zamanımın çok kısıtlı bölümünü harcayarak özel bir güzel sanatlar lisesinde öğrencilere rehberlik yapıyorum. Onları, kendine güvenen, hayatı seven, bilgili ve iyi bir insan olarak hayata hazırlamaya çalışıyorum.
AĞABEYLERİMİ ŞEFKATLE KUCAKLAYAN ANNEM
Annem, doğup büyüdüğü Hâdim’den, babamın eşi olarak, Karaman’daki eve ilk geldiğinde, kendiliğinden oluşan çok şenlikli bir karşılama töreni yaşamış. Damlardan, merdivenlerden inip: “annemiz geldi” diye bağrışan, eteğine yapışan bu erkek çocuklarla nasıl baş edeceğim acaba diye düşünmekten kendini alamamış. Eteğini beline dolayıp, o çok çalışkan ve neşeli haliyle, öyle bir baş etmiş ki; bazılarıyla arkadaşlık düzeyinde iyi ilişkiler bile kurmuş. Onları büyütüp, İstanbul’a tahsile göndermişler. Üniversite eğitimi sırasında Ziya, Refet ve Baha ağabeylerim bir ev tutup, yeme içme dahil kendi yağları ile kavrulurken, annemin Karaman’da nasıl rahatsız günler geçirdiğini dün gibi hatırlarım. Babama hitap ederek: “Hocafendi, onları düşünüp geceleri rahat uyuyamıyorum. Henüz onların yiyecek erzaklarını hazırlamadık. Ne yiyip, içiyorlar diye üzülüp duruyorum.” Annemin bu tür sızlanmalarını, ardarda birkaç yıl duyuyor, bir anlam veremiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı. Evde annem tarafından erişteler, kıymalar, sucuklar, pastırmalar… hazırlanır denk yapılır, İstanbul’a gönderilirdi. Annem de İstanbul’a gidip ağabeylerime çeki düzen verdikten sonra rahatlamış olarak Karaman’a dönerdi. Bu birkaç yıl böyle oldu. Sonradan büyüyüp, annemin herkesin üvey evlat dediği ağabeylerime; bu candan asil davranışının esas değerini anladığımda onu çok takdir ettim. Ve kaç defa ona: “Anne; seni namaz, oruçtan çok önce, ağabeylerime olan bu sevgi dolu, fedakâr davranışların cennete kavuşturacak” diye söyledim durdum. İnşallah dilerim ki, öte âlemdeki makamı da böyle olur….

Yorumlar