İsmail Genç




1942 yılında Karaman’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Karaman’da yaptıktan sonra Konya kız Öğretmen Okulunu dışarıdan bitirerek ilkokul öğretmeni oldu. 1965 senesinde Niğde ili, Aksaray ilçesi, Karataş köyünde öğretmenliğe başladı. Burada bir öğretim yılı görev yaptıktan sonra vatani görevini yapmak üzere Isparta’ya gitti. Dört aylık askerlik eğitiminden sonra asker öğretmen olarak (o zamana göre) Konya ili, Karaman ilçesi, Yılangümü köyüne atandı. Burada da üç öğretim yılı görev yaptıktan sonra Karaman Kayserilioğlu Çocuk Kütüphanesine öğretmen kütüphaneci olarak getirildi. 1986 senesine kadar bu görevde kaldıktan sonra Karaman Halk Kütüphanesi Müdürlüğüne, 1990 yılında Manisa Kırkağaç Halk Kütüphanesi Müdürlüğüne, 1990 Temmuz ayında ise Konya ili, Ereğli ilçesi Halk Kütüphanesi Müdürlüğüne, 1993 senesinde tekrar Karaman İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğüne getirilen İsmail Genç, 1996 yılında kendi isteği ile emekli oldu. Evli ve iki çocuk babasıdır.
HAYATIMDAN KESİTLER
Bu kitabın hazırlanmasında emeği geçen tüm Anı Bisküvi sahiplerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Kitapta çok anılar okuyacağınıza inanıyorum. Benimle birlikte bazı kişilerden bahsedeceğim. Böylelikle ismi geçen herkes, ebedileşecek, ölümsüzleşecektir. Yazılarımda, hayatımdan birtakım kesitler okuyacaksınız ve okuyanlarla birlikte bazı insanları anacaksınız. Yazıda isimleri geçen ve artık bu dünyada olmayanlara Allah’tan rahmet, yaşamakta olanlara sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum.
Ben, Dikbasan Camii İmamı ve Kur’an-ı Kerim kursu öğretmeni Mehmet Emin Genç’in oğlu, 1968-1975 yılları arasında Belediye Başkanlığı yapan Özcan Genç’in kardeşiyim. İlkokulu, Cumhuriyet İlkokulunda okudum, başarılı bir öğrenci idim. Öğretmenim, Refik Bayburt idi. O zamanlar bildiğim kadarıyla Karaman’da üç ilkokul vardı. Gazi Mustafa Kemal İlkokulu, Cumhuriyet İlkokulu ve Güneş İlkokulu. Gazi İlkokulunu gezici Başöğretmen Rıza Toker yönetiyordu. Rıza Bey, aynı zamanda köy öğretmenlerinin de teftişlerini yapardı. Cumhuriyet İlkokulunun Başöğretmeni Zeki Üyetürk idi. Zeki Bey aynı zamanda Kızılay Başkanıydı. Güneş İlkokulu Başöğretmeni Ahmet Çiloğlu idi. Çok disiplinliydi. Mahiyetindeki öğretmenler ve öğrenciler ondan çekinirlerdi. Muhterem bir öğretmendi. Çarşıda gezerken fötr şapkasını çıkarır, halkı selamlar, halk da ona hürmet ve sevgisini gösterirdi. 
Ortaokula, Karaman Ortaokulunda başladım. En çok sevdiğim dersler, matematik, Türkçe ve Fransızca idi. Her dersin bir öğretmeni vardı. O zaman ki öğretmenler sevecen değillerdi. Disiplinli, sert mizaçlı ve öğrencilere korku veren bir görünüşleri vardı. Öğretmenlerden bazıları: Fizikçi lakaplı Nilüfer Dural, Edebiyat öğretmeni Melih Güzelant, Tarih öğretmeni Sabahattin Kumkale, Müdür ve Beden Eğitimi öğretmeni Zeki Yılmaz. Ben, ilk defa Nilüfer hanımla tanıştım. Genç soyadım onda bir çağrışım yapmış olacak ki, bana, ‘Özcan Genç’in kardeşi misin?’ diye sordu. Ben de ‘Evet efendim’ diye cevap verdim. Devam etti; ‘Sen de Özcan gibi hep on alacaksın’ dedi. Ben on aldım mı? Aldım, hem de üç tane. Beni bir daha derse kaldırmaz düşüncesiyle biraz daha diğer derslere de çalışıyordum. Bir gün beni ansızın tahtaya kaldırdı. Sorduğu soruları sordukça cevap veriyordum. Sorunun birini bilemedim. Hem dayak yedim hem de üç tane sıfır aldım. İleriki günlerde bu olaylar hep tekrarlandı ve ben sınıfta kaldım. Ortaokulda en büyük suçlardan biri de top oynamaktı. Futbol oynarken yakalanıyor hem dayak yiyorduk hem de velilerimize yazı gönderiliyor, bir de onlardan dayak yiyorduk. Sınıfta kalınca babama okuyamayacağımı söyledim. Babam da beni Kur’an kursuna yazdırdı. 
Kur’an-ı Kerim kursu üç sınıftan oluşan bir okuldu. Birinci sınıf, hiç Arapça bilmeyen, Elif-be’den başlayarak Kur’an-ı Kerim’i okuyuncaya kadar devam eden bir sınıftı. Birinci sınıfın hocası Ak Hoca idi. O dönemin Nasrettin Hocası gibiydi. Yeri gelmişken, küçük bir fıkrasını anlatmak istiyorum. Hoca sık sık müftüden izin alırmış. Yine bir gün, müftü efendinin kapısını çalar. Müftü, biraz da sertçe ‘Ne var?’ der. Ak hoca, ‘Hocam müsaade ederseniz, iki saatlik bir izin işitiyorum.’ der. Müftü Efendi ‘Cehenneme kadar yolun var’ diyerek cevap verir. Hoca, dışarıya çıkar. Üzülmüştür. Beş on dakika sonra yeniden Müftü efendinin kapısını çalar. Müftü gözlüklerinin altından bakarak, ‘Yine ne var?’ der. Hoca, ‘Hocam, ben cehenneme kadar gittim, beni içeriye almadılar, seni kim gönderdiyse onu da al gel, dediler’ der. Bu bahsettiğim Kara Müftü lakaplı Mehmet Yaralı’dır. Müftü efendinin hafızlığı olmadığı için vaaz verirken babamdan istifade eder ve yorumlarını yapardı. Müftümüzden bahsedince, onunla ilgili de bir fıkra aklıma geldi. Müftü Efendi Külahçılar Camiinde vaaz veriyormuş, konu mini etek üzerine. Mini eteğin İslam dini bakımından zararlı olduğunu ve giyilmemesi gerektiğini anlatıyormuş. Cemaatten bir kişi, ‘Hocam böyle söylüyorsun ama senin torunların da mini etek giyiyor’ demiş. Müftü efendi ‘Yahu o tarafını karıştırma, keratalara yakışıyor.’ demiş. 
İkinci sınıf, Kur’an-ı Kerim okumasını bilenlerden meydana gelen bir sınıf. Buradaki öğrenciler, hem Kur’an-ı Kerim’i daha çabuk ve yanlışsız okumayı öğrenirler, hem de ezgili okumaya çalışırlardı. Bu sınıfın öğretmeni Beşkeçili lakaplı Mehmet Ali Koçak idi. Ben, hayatımda çok mevlüthanlar dinledim, çok hafızlar dinledim, İsmail Biçerler, İsmail Coşarlar dinledim ama hocam kadar güzel Kur’an-ı Kerim okuyan, sala veren, ezan okuyan kimse görmedim. Bize sık sık ‘Okuduğunuz ezan, karşıdakini ağlatmıyorsa okumayın.’ derdi.
Üçüncü sınıf, hafızlığa çalışanların sınıfı idi. Buranın öğretmeni de babam, Hafız Mehmet Emin Genç idi. Kendisi çok pişkin bir hafızdı. Üç öğrencisini aynı anda, hep bir arada dinlediğini, ben çok gördüm.
Bir yıl sonra ben, ağabeyim, Özcan Genç’in ısrarı üzerine ortaokula yeniden başladım. Bazı hocalar değişmiş, yeni hocalar gelmişti. Şimdiki çocuklar kadar şanslı değildik, biz. Lamba ışığı altında okuyor, yamalı pantolonlar giyiyorduk. Evimizde içme suyu yoktu, toprak damlı evlerde oturuyorduk. Ve ortaokuldan sonra lise günlerimiz başladı. Bazı yasaklar kalkmıştı. Top oynayabiliyorduk. Hatta ben okul takımına kadar girmiştim. Lise sonda iki dersten beklemeli oldum ve boş gezmemek için ağabeyim, Niğde Bor’da Akkaya Barajını yapıyordu. Ben de orada ambar memuru olarak çalışmaya başladım. Benim gibi birkaç arkadaşım da beklemeli idi. Onlara, Karaman’da uğrak verdiğimizde soruyordum. Onlar, vekil öğretmenlik için Maarif Memurluğuna dilekçe verdiklerini söylediler. Ben de vereyim dedim ve bir dilekçe de ben verdim. Birkaç gün sonra arkadaşların hemen hemen hepsi çeşitli köylere vekil öğretmen olarak atandılar. Benim ismim atananlar arasında yoktu. O zaman Maarif Memuru olan Rıza Beyi Millî Eğitim Bakanlığına, Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına şikâyet ettim. İleride anlatacağım, seneler sonra mutemet olduğum zaman ilköğretimde bir dosya elime geçti. Üzerinde Rıza Toker – İsmail Genç yazılıydı. Ceza alıp almadığını bilmiyorum ama dosya oldukça kabarıktı. Rıza Bey, sonradan öğrendim, Çerkez idi ve o zamanki Konya Milletvekili Remzi Brant’ın himayesindeydi. Bunun için bir ceza aldığını sanmıyorum. 
Ve… Lise bitti. Liseyi bitirir bitirmez Konya Kız Öğretmen Okuluna müracaat ederek, dışarıdan bitirme imtihanlarına girmeye başladım. Son derse gireceğim gün Karaman Konya otobüsü Çumra yakınlarında bozuldu. İmtihana yetişemezsem çok şey kaybedecektim. Şoför gelen giden vasıtaları durdurmaya başladı ve beni, taksi ile Ankara’ya giden bir aile, arabalarına aldılar, okulun önüne kadar götürerek imtihana yetişmemi sağladılar. Okuldan mezun oldum ve İsmet Paşa İlkokulunda 21 gün uygulama gördükten sonra tayinimi beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra da Niğde ili, Aksaray ilçesi, Karataş köyüne tayinim çıktı. 
Köyde yaşamış, köy görmüş biri değildim. Atandığım köy oldukça büyük bir köydü. Köyde 10-15 odalar vardı. Misafirler buralarda kalıyordu. Yemekleri ağanın evinden geliyordu. Bir hafta kadar odada kaldıktan sonra okulun lojmanına yerleştim. Öğrencilerimizin çok iri olmaları, dikkatimi çekmişti. Ağa, bana, bu öğrencilerin çoğu okulu bitirir bitirmez evlenecekler, dedi. Bir öğretim yılı çalıştıktan sonra vatani görevimi yerine getirmek üzere Isparta’ya gittim. Dört aylık eğitimi müteakip Konya Karaman Yılangümü köyüne atandım. Karaman’a geldiğimde Rıza Bey’in hala Maarif Memuru olduğunu gördüm. Kendisine bazı evraklar vermem gerekiyordu. Yanına girdim, benden nüfus cüzdanımı istedi. Ben, ‘Yanımda yok efendim.’ dedim. ‘Nerede?’ diye sordu. ‘Evde.’ dedim. ‘Sen Karaman’lımısın?’ diye sordu. ‘Evet efendim.’ diye cevap verdim. ‘Kimlerdensin?’ dedi. Ben de ‘Hafız Mehmet Emin’in oğluyum.’ deyince, ilk defa yüzüme baktı ve ‘O… Elime düştün desene.’ dedi. Ben hiç seslenmedim. Bana hiçbir zaman da kötülüğü dokunmadı. Görevime başladım. Bu köy daha küçük bir köydü. Karaman’a 30 km uzaklıkta, 30 hanelik bir köydü. Yalnız, kuş uçmaz, kervan geçmez bir dağ köyüydü. Okul, köylü tarafından yapılmış, küçücük de bir lojmanı vardı. Ay başında maaş almak üzere Karaman’a geldim. Maaşımı aldım fakat, Aksaray’a göre 22 Lira eksik almıştım. Oradan Öğretmenler Derneğine geldim. Derneğin masraflarının öğretmen aidatları ile karşılandığını öğrendim. Sonra bir öğretmenle tanıştım. Kendisi, TÖS Başkanı olduğunu ve benim de otomatikman buraya üye olduğumu söyledi. Karaman’ın bu konularda tuhaf bir yer olduğu kanaatine vardım. İkinci maaş aldığım ayda da bu kesinti olunca mutemede, ‘Hocam, benim maaşımı bir kontrol eder misiniz?’ dedim. ‘Neden?’ diye sordu. ‘Biraz eksik alıyorum gibi geldi bana.’ dedim. ‘Ne kadar eksik alıyorsun?’ deyince, ’20-25 Lira kadar.’ dedim. Mutemet, bana, ‘O düdük parası’ dedi. Ben, doğru Öğretmenler Derneğine gittim. Ali Ünlüer’in Dernek Başkanı olduğunu öğrendim. Bana, ‘Ne var?’ diye sordu. Ben durumu anlatınca başladı gülmeye. Düdüğün içkide miktar gösteren bir terim olduğunu öğrendim. 70’lik, 35’lik gibi. Ne memleketti. Biri Derneğe, biri Sendikaya, biri düdüğe para kesiyor ve kimsenin sesi çıkmıyordu. Karaman’da öğretmenler birkaç kişinin elinde oyuncak gibi oynanıyordu. İlk önce düğün işini Ali Hoca ile birlikte çözdük ve bir cumartesi günü düğünümü yaptım. Birkaç ay sonra mutemet daha büyük kesintiler olunca TÖS Başkanına ‘Bu işi hallet.’ dedim. O da durumu Ankara’ya bildirdi. Ve mutemedin görevine son verdiler. 
1968 sonlarına doğru babamı kaybedince benim Karaman’a dönmem icap ediyordu. Karaman sıraya tabi olduğu için öğretmen olarak gelemiyordum. O zaman, kütüphaneler Milli Eğitim Bakanlığına bağlı idi. Seni kütüphaneye tayin edelim dediler ve Kayserilioğlu Çocuk Kütüphanesi öğretmeni olarak tayinim yayıldı. Aslında kitap okumayı çok seven biriydim ve buraya tayin olduğum için de seviniyordum. Göreve başladığımda Halk Kütüphanesi müdürlük değil, memurluktu. Başında Sait Erdoğdu bulunuyordu. Ondan çok şeyler öğrendim, iki kardeş gibi günlerimiz geçti. Sait Beyle samimiyeti kurduktan sonra kütüphanedeki müstahdemlerden birini kütüphaneye aldım. Ve uzun bir süre biz de iki kardeş gibi görevimize devam ettik. Karaman’da mutemedin biri gitmişti ama hoşnutsuzluklar bitmemişti. Karaman’da göreve başladığım yıllarda Maarif Memurluğu İlköğretim Müdürlüğü olmuştu. İlkokullar parmakla gösterilecek kadar azdı. İlköğretim olarak eğitim ordusunun başında İlköğretim Müdürü Cafer Eray, Gazi Mustafa Kemal İlkokulu Müdürü Mustafa Doğan, Cumhuriyet İlkokulu Müdürü Necati Güngör, Güneş İlkokulu Müdürü Süleyman İçel, İstiklal İlkokulu Müdürü Hasan Sağdıç, Kale İlkokulu Müdürü Niyazi Bücük, Mümine Hatun İlkokulu Müdürü Ekrem Zeren, 19 Mayıs İlkokul Müdürü Fahrettin Çetin, Karamanoğlu Mehmet Bey İlkokulu Müdürü Abdürrahim Koçak idi.
1969 sonlarında Karaman’da üç mutemet vardı (Köy okulları için). Öğretmenler gene mutemetlerden memnun değillerdi. Personel Kanunu çıkmış, fakat mali hükümleri uygulanmıyordu. Bir öğretmenler toplantısında TÖS Başkanı mutemet konusunu dile getirerek mutemetlerin değiştirilmesini istemiş. Ve o toplantıda seçime gitmişler. Beni aday göstermiş, öğretmenler de beni mutemet olarak seçmişler. Ben, Personel Kanunu ile birlikte 1970 mali yılında köy öğretmenlerinin mutemedi oldum. Öğretmenler her ayın ilk cumartesi günü izinli sayılırlar ve maaşlarını alırlardı. Kütüphaneler de cumartesi günü açık olduğundan, öğretmenler rahatlıkla maaşlarını alıyorlardı. Öğretmenlerin mutemet konusundaki şikayetlerini biliyordum. Ve mutemetlikte ilk defa olarak fiş sistemini kullandım. Öğretmenin gelirleri sol tarafa, giderleri sağ tarafa yazılıyor, aradaki fark kredilerine ödeniyordu.
Ve seneler seneleri kovaladı… 1983 yılında kendimde tuhaf bir hastalık hissettim. Başım dönüyor ve ben de bir dengesizlik oluşuyordu. Ankara’da bir doktora gittim. O zamanlar ne tomografi ne e-mar, ne de ultrason aletleri yoktu. Buna rağmen doktor bende, boynumda kireçlenme olduğunu söyleyerek, bir sürü ilaç verdi. En az altı ay bu hastalık geçmez dedi. Ben hiçbir şeyden zevk almaz oldum. Ve çok sevdiğim mutemetlikten ayrıldım. 
1986 yılında Karaman Halk Kütüphanesi Müdürlüğüne atandım. Fakat bazı güçler kütüphaneyi istemiyorlardı. Bir gün bir kız öğrenciyi türbanlı diye kütüphaneye sokmadılar, yaygarasını çıkardılar. Kütüphane binasını cami yapmak istediklerini duyuyorduk. 1989 senesinde Karaman’ın son kaymakamı göreve başladığı ilk günde beni makamına çağırdı ve falan tarihte bu binayı camii yapacağız ve cuma namazı kılacağız dedi. Ben ‘Bakanlığım, bana ne emir gönderirse, ben ona göre hareket ederim’ dedim. Benim bu sözlerimi, ‘Müdür camii yapılmasını istemiyor.” diye Karaman’a yaydı. Resmi yazılarımı imzalamayarak Bakanlıkla ilişkimi kesiyordu. Konya Kültür Müdürüne durumu anlattım. ‘İsmail Bey, boşver, ne yaparlarsa yapsınlar.’ diyordu. Ve dediklerini yaptılar. O tarihlerde cuma namazını kıldılar. Kütüphaneyi de bir depo olarak bir okula taşıdılar.
1989 senesinde Karaman vilayet oldu. Çok sevdiğim bir Emniyet Müdürü vardı, valiliğe vekalet ediyordu. Bir gün telefonla beni aradı ve ‘İsmail Bey, yarın Kültür Bakanı Karaman’a gelecek, Müze Müdürüne de haber ver ve karşılamaya gidin.’ dedi. Ben, ‘Sayın Amirim, beni mazur görün, ben o adamı karşılamaya gitmem.’ dedim. Amir yeniden bana ısrar etti. Ben telefonla Müze Müdürünü aradım, o karşılamaya gitti. Günlerden Perşembe idi. Pazartesi günü, Karaman Kaymakamı, Konya Vali Muavinliğine, ben de Manisa Kırkağaç Halk Kütüphanesi Müdürlüğüne, Müze Müdürü de Kastamonu Müze Memuru olarak tayinlerimiz çıktı. 
Kaymakam Bey giderken kütüphaneye uğradı. O Karaman valisi olmayı bekliyordu. Benim yanıma mecburiyetten gelmişti. Bana, ‘Hakkını helal et. Ben buraya vali olacağım diye bunları yaptım.’ dedi. Ben hiçbir zaman ona hakkımı helal etmem. Benim yılda 27000 okuyucum vardı. Sen 27 kişiye bizi değiştin dedim. 
1990 yılında Kırkağaç’ta göreve başladım. Ve 1990, Temmuz ayında tayinimi Konya Ereğli’ye yaptırdım ve orada göreve başladım. Gerek Kırkağaç gerekse Ereğli her konuda Karaman’dan kat kat üstündü. Ereğli sosyal bakımdan Karaman’dan kat kat üstün. En güzel üç yılım Ereğli’de geçti. En büyük sürpriz bana gelen yazılar son Karaman Kaymakamı olan kişiden geliyordu. Yine de bir anımı anlatmak istiyorum. Ereğli Halk Kütüphanesinde benimle personelim vardı. Bunların üç tanesi erkek, diğerleri kadındı. Ereğli’de ‘Zihinsel Engelliler Derneği’ni kuruyorduk. Benim üç memurum da kurucular arasında idi. Derneğin kuruluşunda Valilikte birtakım işlemler yapılması gerekiyordu. Kızlar, bana, ‘Müdür Bey, biz yarın Konya’ya gideceğiz, ama Valilikte hiç tanıdığımız yok. Sizin bir tanıdığınız var mı?’ diye sordular. Aklıma son Kaymakam geldi. Ona durumu bildirir kısa bir mektup yazdım ve kızların eline verdim. Kızları odasında misafir etmiş, yemeklerini yedirmiş, hiç yerlerinden kalkmadan işlerini halletmiş. Bana kızlar bunu anlattılar ve ‘Sizi öve öve bitiremedi, sizi ne kadar çok seviyor Müdür Bey.’ dediler. 
1993 yılı sonunda emekli olmak istedim. Çünkü oğlum evlenecekti. İkramiyemi alıp yarısı ile oğlumu evlendirecek, yarısını da kızıma ayıracaktım. Maaşımla da yaşamımı sürdürecektim. Fakat hayat böyle demiyordu. Bir cuma günü Karaman’a geldiğimde annem, ‘Seni Süleyman Göçer isimli biri aradı. Cumartesi günü beni mutlaka bulsun.’ dedi. Adı geçen kişi  benim samimi olduğum ve o yıl ki sol bir partinin İl Başkanı idi. Cumartesi günü onunla görüştüm. Benim tekrar Karaman İl Halk Kütüphanesine gelmemi istedi. Ben, kendisine emekli olacağımı, oğlumu evlendireceğimi, para lazım olduğunu söyledim. Ama o çok ısrar etti. Üç günde olsa burada çalışmalısın. Ben gerekirse senin oğlunu evlendiririm, dedi. Ben de peki demek zorunda kaldım, Ertesi hafta Ereğli’de kütüphanede iken Kütüphaneler Genel Müdürü aradı. ‘İsmail Bey, beni biraz önce Bakan bey aradı. Sizin tayininizi Karaman’a yapmamı emretti. Şu anda yanımda Ereğli’den partili arkadaşlar var. Sizin Karaman’a gitmenizi istemiyorlar.’ dedi. Ben, ‘Sayın Müdürüm, ben Karaman’lıyım. Orada da, burada da evim var. Maddi olarak dayanamıyorum. Bunun için Karaman’a gitmeyi istiyorum.’ dedim. ‘Peki, ben sizin tayininizi yapıyorum.’ dedi. 1990 senesinde ayrıldığım zaman Bakanımız, Namık Kemal Zeybek idi ve o yıl, ‘Barış Yılı’ idi. Şu anda ki Bakanımız da Fikri Sağlar idi. Ne olursa olsun her iki bakanı da ben çok beğeniyor ve seviyordum. Ereğli’den ayrılırken Kaymakam Beyi ziyaret ettim ve vedalaştım, ‘İnşallah Karaman’a vali olursunuz, yine beraber çalışırız.’ dedim. 
Üç gün çalışacağım Karaman’a geldim ve göreve başladım. Tam üç yıl daha çalışarak 1996 senesi sonlarında emekli oldum.
1999 yılında emekli bir öğretmen arkadaşım, bana, seçimlerde Milletvekili veya Belediye Başkan Adayı olmamı önerdi. Kendisi DSP’nin İl Başkanı idi. Siyaset, benim hiç sevmediğim bir meslekti? Siyasiler yüzünden diyar diyar gezmiştim. Kendisi de siyaseti bilmeyen bir kişi idi. Biz, her ikimiz de siyasetçi olamazdık. Fakat bana günlerce ısrar ediyordu. Sonra ona dedim ki, ‘Remzi’ciğim (Remzi Eryiğit) ben biraz da rahatsızım. Bu işlerin adamı değilim.’ dedimse de onun ısrarlarını kıramadım ve kendi isteğimle adı geçen partinin ikinci sıra milletvekili adayı oldum. Daha sonraları Fikret Ünlü Karaman’dan birinci sıra adayımız oldu. Onlarla hasta olmadığım zamanlarda çalıştım. Binlerce kişiyle el sıkıştık, öpüştük ve başarılı olduk. Karaman’da Fikret Ünlü’yü Milletvekili seçtirdik, Türkiye çapında da birinci parti olduk.
Şu anda yaşamıma devam ediyorum. Bol bol bulmaca çözüyorum. Gündüzleri birkaç arkadaş buluşuyor, bol bol yürüyoruz. Evde 15 yaşına girmiş kedimle ilgileniyorum. Balkonumuzda çiçekler var, eşimle onlarla ilgileniriz. Japon balıklarından oluşan büyük bir akvaryumum var, onlarla uğraşıyorum. 
Hayat devam ediyor…

Yorumlar

  1. Aslen Konya-Eregli'li olmakla beraber, egitim hayatimi tamamladiktan sonra, hayatinim belli bir dönemini Karaman'da gecirdim.Saygideger büyügüm Ismail Bey (Ben ismail Amca olarak hitab etmeyi daha uygun bulurum)'in gerek ögrenim, gerekse calisma hayatimda cok ayri bir yeri ve katkisi vardir.
    Gazi Üniversitesini kazandigimda, üniversiteye maddi imkansizliklardan dolayi devam etmeme asamasinda iken, Aileme "Hic dert etmeyin, bu cocuk okuyacak.El birligi ile okutacagiz." cikisi bir ömür kulaklarimdan gitmez.
    Eregli'den isci ailesi cocugu olarak gittigim Ankara'da üniversite hayatim boyunca faydalandigim, Karaman'da ki özel bir isletmenin bursunu almamda önemli katkilari olmustur.
    Ismail Bey (Amca), cagdas yasam bicimini, Aydin bakis açisini , Atatürk degerleriyle sentezleyerek günümüz kosullarina uyarlayan essiz bir insandir.Nitekim hayatinin belli dönemlerinde, Politik ayak oyunlari ile karşilaşsa da, sorunlara karsi prensiplerinden ödün vermeyen saglam durusuyla, bunlarinda üstesinden gelmeyi basarabilmis bir Aydindir.Olaylara duygusal degil, mantik silsilesi yöntemiyle yaklasir, herzaman herkesi dinleyen ama verdigi kararlarla herzaman dinlenen bir büyügümüzdür.
    Ìnsan sosyal iliskilerin de, cevresi ile olan etkilesimlerin de, HER ZAMAN DiNLEYEN, AMA HEP DiNLENEN OLMAK, yasam gayesindedir.
    Su an da yurtdisinda ikamet etmeme ragmen, severek ve saygiyla takip ettigim bir büyügümdür kendisi...
    Ayrica bu kitapta emegi gecen Ani Bisküvi Ailesine,bu degerli büyügümüzün hatiratlarinin gelecek nesillere aktarilmasinda ki katkilarindan ötürü tesekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kimlik bilgilerimi eklemek isterim...
      Erhan ŞENGÜL
      Münih/ALMANYA

      Sil

Yorum Gönder