Kâmil Uğurlu


1942 yılında Konya’da (Hadim-Aladağ) doğdu.

Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde (şimdi Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık eğitimi aldı. Türk Mimarlık Sanatı konusunda doktor oldu. Selçuk Üniversitesi’nde proje, sanat tarihi ve estetik dersleri verdi. Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı. Yurt içinde ve dışında önemli projeler yönetti. TİKA’nın danışmanı olarak Orhun Anıtları Projesinde yer aldı ve Moğolistan’da Ötüken Vadisi’ndeki müzelerin proje ve uygulamalarını yaptı. 1998 yılında Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na getirildi. Başbakanlık Müşaviri oldu.

2009 Yerel Seçimlerinde Karaman Belediye Başkanlığına seçildi.

Kâmil Uğurlu mimarlık ve sanat tarihi kitaplarının yanında “Şehrengizler” yazdı. Yayınlanmış Karaman, Konya, Eskişehir, Kahramanmaraş ve Sakarya Oş Şehrengizleri, şehir kitapları konusunda yeni bir akım başlattı. Konya Şehrengizi Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) tarafından “Yılın Şehir Kitabı” olarak değerlendirildi.

Farklı bir üslûpla yazdığı “destan-şiir” denemeleri de vardır. Bunlardan “Ötüşün Kuşlar Ötüşün” Türk Dünyası Yazarlar Birliği tarafından ödüllendirildi. Yurt dışında iki kitabı yayımlandı. Uluslararası Struga Şiir Toplantısında Türkiye’yi temsil etti.

Uğurlu, Türk Ocakları Türk Kültürüne Hizmet Büyük Ödülü, Kırgızistan ve Kazakistan Devlet Nişanları, Türk Dünyası Mimarlar ve Mühendisler Birliği Büyük ödüllerinin sahibidir.

Türkiye Yazarlar Birliği, Türk Dünyası Sanatçıları Vakfı (TÜRKSAV) kurucu üyesi, üç dönem Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Bilim Kurulları üyesi, v.b. üyelikleri vardır. 

ESERLERİNİN BİR BÖLÜMÜ

Mimarlık ve Sanat Tarihi: Türkistan Tasvirleri, Orhun Anıtları, Selçuklu Evi. Şiir: Yemenimde Hâre Var, Yüreğimde Yâre Var, Gölgeli Sokağın Şiirleri, Nil Nehrinde Nilüfer. Şehir Kitapları: Konya Şehrengizi, Karaman Şehrengizi, Eskişehir Şehrengizi, Kahramanmaraş Şehrengizi, Sakarya Oş Şehrengizi. Deneme ve Biyografiler: İşte Biz Böyleyiz, Kelebek Kanadındaki Hayatlar, Âşkan Yolu (Basımda). Destanlar: Mir Ali ile Gül Hanım’ın Destanı, Ötüşün Kuşlar Ötüşün, Cehennemde Aşk Çiçekleri, Asiye’nin Ayları


BİR AZİZ DOSTA MEKTUP

Kâmil Uğurlu

İst. Temmuz 2019

Sevgili Sami,

Dün senin kulağını çınlattık. Dostlarla beraberdik, sevgiyle andık seni.

Onlara bir masal anlattım. Bir Karaman Masalı. Bugün de sana anlatacağım. Bildiğini sanmıyorum, bu yüzden okurken sıkılmayacaksın Hatırlar mısın, bundan önceki seçimlerden birinde Karaman’a, siyasî partilerin birinin genel merkezinden bir aday önerdiler. Bu adam severek ve sevinerek koşarak geldi. Samimi olarak şehri seven, insanını seven bir adamdı. Onun çocuk ve ilk gençlik yıllarına ait harikulâde günleri Karaman’ın sokaklarında hâlâ dolaşmaktaydı ve gönlü hep o günlerin peşi sıra koşturmaktaydı. Gerçekten, teşekkül eden durumu bir ilâhî lûtuf olarak gördü, sevindi, mutlu oldu. 

Önce, Hz. Yunus Emre’den destur niyâz etti, Mâder-i Mevlâna’dan icâzet dilendi. Kırmahale Kabristanı’nda yatan aile fertlerine selâm verdi ve kollarını sıvadı. Öğretmenevi’nden bir oda verdiler ona. Evini oraya taşıdı. Karamanlı olan eşiyle birlikte, heyecanla işe koyuldular.

İlkin onu, onları kabul etmediler. “İthal Aday” dedier. “Karaman’ın kendi çocuğu yok muydu da gidip dışarıdan birilerini bulup getirdiler...” dediler. Bunu arkasından söylemediler, yüzüne karşı söylediler. Defalarca ve gözünün içine baka baka söylediler. 

Her defasında, cevap vermeden düşündü, yutkundu ve:

– Ben ithal değilim, “Karaman’lıyım…” diye başlayan cümleyi hiç tamamlayamadı. Çünkü soruyu soran, başını başka tarafa, dinleyicilere çevirdi ve onlardan kendisine destek bekledi. Destekleyenler her zaman oldu.

– Etmeyin, ben “vallâ-billâ” Karaman’lıyım, demedi o. Çünkü bunun faydası olmayacaktı. Kişilerin kafasında beliren ve muhalif söylemlerle pekişen kanaati değiştirmek mümkün değildi.

Oysa, bu soruyu soranlar da onları onaylayanlar da, geçmişi bilmedikleri için böyle yaptılar. Onlara, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını burada, Mansurdede Mahallesi’nde geçtiğini ümitsizce anlattı. Sonra rahmetli babasından, Tuzcu Arif Ağa’dan sözetti. O, aksakalı ve daima gülen yüzüyle, saf Türkmen Kocasını, belli bir yaşın üstündekiler mutlaka tanıyordular. Onun hakkında sevgi sözcükleri ve rahmetler okuyordular. Onun Karamanlılığını, oy birliğiyle, söz birliğiyle kabul ediyor, onaylıyorlardı. Ama onun en küçük oğlu, Karaman ile en irtibatlı oğlu, Karaman’dan evli oğlu, rahmetli Kemal Kaynaş’ın teknik müşaviri olarak Karaman’a devamlı gidip-gelen, eski Belediye Sarayını, Hâli’ni, onlarca meskenini yapan kişiyi “ithal” kabul ediyorlardı.

Seçim çalışmaları esnasında, sağ eline aldığı bastonunu hârika bir enstrüman gibi kullanan, su katılmamış Karamanlıcası ile:

– Bakın hele komşular, bu var ya bu, şu adam var ya, ben bunun babasını da bilirim, dedesini de bilirim. Bunlar Karaman’ın has adamlarıdır ve asildir bunlar, ağadırlar, annadın mı? Bunlar senden benden daha yerli, Duzcu Arif Ağa’yı bilmem mi yahu? Semerciler Sokağında yerleri vardı, duz satardılar..

Sevgili, mübârek Topal Muhtar’ın bu tarihi ve veciz savunması, ithal adayın on-onbeş günlük “vallâ ben Karamanlıyım” çabalarından, çırpınmalarından daha etkili oluyordu. Ona inanıyordular ve onlar inanırken ithal aday olayı kıyıdan izliyordu.

*   *   *

Aslında o, halkın huzurunda değil ama, dost meclislerinde “Yahu, velev ki ithal, yabancı, dışardan gelen bir göz, yerli gözden daha dikkatlidir. Eskiyi-yeniyi, kimseyi tanımadığı için “kayırmaz, taraf tutmaz, korktuğu için çalmaz, kimin hırlı, kimin hırsız olduğunu bilmediği için hiçbir yere yaslanmaz. Eğer bir ikbal beklentisi yoksa bir “ithal”, her zaman bir yerliden yeğ değil midir? diye soruyordu. Ona:

– Belî, doğrudur, bu da doğru, diyorlardı.

*   *   *

Samimi olarak hizmete talip olanların kırılmaya, küsmeye, pes etmeye hakları yoktur. Zaman içinde, ama uzunca bir zaman sonra onu dinler oldular. Artık Karaman’lı olduğuna dair ikna çalışmalarına son verdi. Söylentiler yavaş yavaş kesildi azaldı. Bundan sonra onlara, yani Karaman’lılara Karaman’ı anlatmaya başladı. İthal adayın bu şehir hakkında epey bir şeyler bildiğini kabul etmeye başladılar. Başlangıçtaki kuşku ve itiraz “dur bakalım, ne olacak, hâdisat nasıl gelişecek” durumuna dönüştü.

Meseleye muhalif olanlar ve bunu açık-seçik onun yüzüne okuyanlar, siyasi olarak aynı görüşü paylaştığı insanlardı, en çok onlar muhalifti.

– Sen nerden çıktın be arkadaş, biz programımızı yaptık, kadromuzu oluşturduk, şimdi neden karıştırıyorsun ortalığı? diyenler bile oldu. Eskilerin tabiriyle “sabır ve teenniyle” karşıladı bunları. Daha ağır konuşanlar oldu. İşi küfre ve tehdite götürenler oldu. Onların, “meselenin dışında, siyâseti farklı düşünen, konuşmasını ve fikirsizliğini kontrol edemeyen iyi niyetli budalalar” olarak düşündü, bağışladı ve sabretti. Onların hiçbirinin hain olduğunu düşünmedi. Bir gün bir çay meclisinde buluşacaklarını ve o kan kırmızı günleri gülerek anacaklarını umdu. Sabretti ve çalıştı. 

Karaman için hayallerini sayıp dökmeye başladı. Mimar olduğu için üç boyutlu çizimlerle düşüncelerini onların-huzuruna getirdi. İnanarak konuştuğu için anlatırken kendinden geçti. Millet, bir hayalperesti dinlemekten artık şikâyet etmiyordu. Anlattıkları hayal ürünü şeylerdi. Ama Karaman Türkçesiyle konuştuğu için yadırganmadı.

Sonucu başından beri belli olan bir seçimi öylesine candan kucakladı ki, sanki öndeki şampiyon koşucuya yetişmek ve onu geçmek zorunda olan, belki kabiliyetli, fakat yüzdeyüz acemi bir koşucu gibi koştu, kovaladı. “Biz nasıl olsa kazanacağız” lâfını ne telâffuz etti, ne imâ etti. Bunu halkın irâdesine saygısızlık kabul etti.

Son dakikaya kadar onu bir punduna getirip tuş etmeyi denediler. Bir radyo sohbeti sırasında aynı yöne koşanlardan biri olduğu belli olan biri: 

– Başkan seçilirseniz, Karaman’ın ortasındaki bataklığı kurutacak mısınız? diye sordu. 

Kalenin altındaki gazinoyu, orada yatıp-kalkan, bazan orayı yakan, uyuşturucu kullanan yüzden fazla tinerciyi kastettiğini sandı ve:

– Orayı biliyorum. Orayı kurutacağız ama kimseye zarar vermeden, kimseyi incitmeden.. diye cevap verdi. 

Soruyu soran, pek de şirin olmayan bir kahkaha attıktan sonra:

– Sayın aday, Karaman’ın ortasında bir bataklık yok ki kurutasın. Ben seni sınamak için sordum. Sen Karaman’ı tanımıyorsun bile. Seni otogarda bıraksalar Belediyeyi bulamazsın, dedi. Aday:

– Sen herhalde sivrisinek üreten bir bataklıktan bahsetmiyorsun. Eğer öyleyse bu soru pek ahmakça bir soru olurdu ki bunu ben sana, bir hemşehrime yakıştıramam, dedi. Karaman adı büyük, yerleşimi oldukça küçük bir ildir. Sadece araziyi tanımak ve yerleşimi görmek isteyen bir kişi, sabah çıksa, öğleden sonrası boş kalır. Onun için “Kaybolmak” derken herhalde şaka ediyorsun, dedi.

*   *   *

Elli yıllar, yüzyıllar, devletlerin hayatında çok küçük zaman dilimleridir Sami’ciğim. Alışacağız. Seçimin, seçmenin ve seçilmenin ne olduğunu, bu hizmete talip olanlar ile onu seçen veya seçmeyenlerin ellerindeki kriterlerin ne olduğunu, esasen öyle bir ölçüyü bilip bilmediklerini bir gün anlayacağız. Ama bir gün bu kriterleri bileceklerini biliyoruz, yâni buna inanıyoruz. Bütün bu aşamaları geçip bugün demokrasiyi, hizmeti, hizmete saygıyı öğrenen, bu değerleri günlük hayatlarında yaşayan insanların olduğu ülkeler bu çizgilerine üçyüz-beşyüz senede geldiler ve ciddi faturalar ödediler. Biz de geleceğiz o çizgiye. Ama nimet-külfet meselesi. Fatura ödemeden bir düzeye ulaşılamıyor.

Eşyanın tabiatı böyle...

*   *   *

Seçimi ithal aday, beklendiği gibi iyi bir oranla kazandı. Bu belliydi ama ulaşılan mertebe beklenenin üstünde oldu.

Her zaman olduğu gibi davrandı. Yani memleketini seven bir Karamanlı gibi onun ağrılarını tesbit edip derman arayan bir hemşehri gibi davrandı. Halkın teveccühü giderek arttı. Ama onun, teşkilâtı nezdinde kredisi hiç artmadı. 

Seçimden sonra millete, “lütfen çiçek falan yollayarak hem paranızı hem vaktinizi boşa harcamayın..” dediği bile mesele edildi.

…….. ……

……..…….. 

Neyse, bütün bunlar oldu, yaşandı ve bitti. Fakat Karaman’ın beklentileri bitmedi. Bu pırıltılı ve olağanüstü potansiyel, ufak-tefek dokunuşlarla, kompleksiz bir vizyonla şâhâ kaldırılabilir. Bunun için gerek yönetenlerin gerek uygulayanların dâhi olmalarına gerek yoktur diye düşünürüz. Sâdece meselenin, potansiyelin, bu hârika dinamiğin farkında olmak, negatif rüzgârlara aldırmadan, sadece memleketine, insanına olan sevgisi ve imanından ve Allah rızâsından hareketle, beklentisiz, mutlaka beklentisiz hareket etmenin çözüm için yeterli olacağına inananlardanız. Mucize formüller aramaya gerçekten ihtiyaç yoktur, deriz. Yeniliğe ve Frenklerin tabiriyle “inovation”a bu kadar yatkın, bu kadar uygun, dünyaya ve her türlü pozitif düşünceye bu kadar açık başka bir halk, başka bir şehir yoktur, bildiğimiz bu.

Sâdece, kırmadan, dökmeden, tepeden bakmadan, insanca anlatıp, bu potansiyelden onların haberdar edilmesi, yani onların kendilerini tanımalarına fırsat ve imkân verilmesi kâfidir.  Bu olursa, eğer olursa şunu samimiyetle arz edelim ki, sâdece “Organize Sanayi Bölgesinde” bile sâdece Karaman’ı değil, ülkeyi yönetecek, dünyayı yönetecek, kafası çalışan, beyni büyük, dünyayı okuyabilen, birçok adam çıkacaktır, vesselâm.. 

Sağlıkla ve hoşça kal sevgili Sami. Ağabeyin


Yorumlar