Muhsin Abay


Karaman Gödetağini (Gülkaya) köyünde 1945 yılında doğdu. İlk orta ve liseyi Karaman’da okudu. 1968 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesini bitirdi. Askerliğini 24 ay, Topçu yedek subay olarak yaptı. 1972-73 yıllarında Fransa Montpellier’de Kalkınma ve Karar Alma konusunda eğitim aldı. 1976 yılında Ege Üniversitesinde Tarım İşletmeciliği doktorasını tamamladı. Aynı Üniversitenin Ziraat ve Gıda Bilimleri Fakültelerinde İşletmecilik dersleri verdi.

1981-84 yıllarında Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Etüd-Araştırma Müdürlüğü yaptı.
1984-1989 yıllarında İzmir Büyükşehir Belediyesinde Genel Sekreter Yardımcısı olarak; Encümen Başkanlığı yaptı, Şehirleşme ve Çevre koruma alanlarında çalıştı.
1990-2002 yıllarında İstanbul’da İhlas Holding’te yöneticilik ve danışmanlık yaptı. 2004-2008 yıllarında Türkiye Gazetesinde yazdı.
Zamanı Değerlendirmek ve İş Başarmak kitabı İhlâs Vakfı tarafından yayınlanmıştır. 1999, 322 s.
Zamanı Değerlendirmek kitabı BKY tarafından 2000 yılında yayınlanmıştır. 411 sayfadır.
Büyükler Yolunda ÖPÜLESİ İZLER kitabı 2015 yılında yayınlanmıştır. 336 sayfadır.
Hayatın Anlamına Dair kitabının yazımı üstünde çalışmaktadır.
Evlidir, bir oğul ve “yazar olmak” isteyen bir torunu vardır. İstanbul Beylikdüzü Marmara Mahallesinde ikamet etmektedir

Okul Öncesi:
Yeşil Ada Mahallesindeki kerpiç evimiz. İlk arkadaşlarım
Babam Kütüphanede hademe, 2500 kitap, ne kadar da çok!
Arpa ekmeğinden, çavdar/buğday karışımına geçiş, sonra saf buğday. 
Annem aşene(aş hâne)de şepit ve mayalı yapar. Babam ocağa kesmik, mısır sapı atar.
Güneş İlk Okulu (1953-57) 
Başöğretmen Çiloğlu, Öğretmenim Ali Özenç. Arkadaşlarım Bekir Arı, Mustafa Göncü, Işık, Azime, Fadime, Osman Avcı, Koçak’lar…    
İlk ayakkabım kunduracı Bahattin’den, müstamel. Bayram için boyalı istiyorlar. Babam kolayını buldu, araba yağıyla boyadı! Oldukça “kara” görünüyor.
Ama hınzır çocuklar toz toplayan ayakkabımı fark ettiler! Onlarla koşamıyorum. Bir de şu naylon yakalıklar boynumu kesmese.
Kütüphaneye alıştım, masaların tozunu alıyor, kitap veriyor, okuyorum.
Müdür odasında deri koltuklar, manyetolu telefon. Sifonlu tuvaletler ibrikli keneflerden çok farklı. Konforun böylesi.
Akrabalarımız acaba kömürlü ütülerini verirler mi? “Pontul”u ütülesek? 
En iyisi yatak ütüsü. Minnet etmeye, naz çekmeye gerek yok!
Kalorisi az tezeklere satış artığı kömür tozu ilâvesi güzel fikir. Ama tek ineğinki yetmiyor. İkindi dönüşünde Nizamiye önünde karşılanan sığır sürüsü tozlu yollara “mayıs” yaparak ilerliyor. Ellerde kova, düşeni ilk önce kim kaparsa…
Kovasını mayısla (sığır bokuyla) dolduran kocaman “aferin” alıyor.
Karaman- 15-16 bin nüfuslu, bizim duvarlarda oymalar, zenginlerin tel dolapları var. Gidip gelirken bazı kapılarda “elk” bazılarında “su” plakaları görüyorum. Meğer oralarda su ve elektrik varmış. Zenginlik ve refah bu olsa gerek.

DDT’li hayat
Hastalık diz boyu. Verem, sıtma en yaygın. Bit pire günlük hayatın parçası. Özellikle dikiş arasında sıralanırlar, namert bitler… Sıkılırsan göyneğini (Sümer keteninden ev yapımı gömlek) çıkarıp ateşe çırparsın. Çıtırtıları duyulur!

Meğer ilacı varmış, DDT (biz ona dedetil derdik) sürerdik çamaşırımıza, ıslaklığını tenimizde duyardık. Bitler ölürdü. DDT şişesi ortalık yerde durur, ihtiyacı olan kullanırdı. Sonradan ağır zehirdir diye yasaklandı…

Yazın köyde, ebemin yanında huzurluyum. Çalı çırpıdan örülmüş talvar(bahçe evi), hele o armut ağacı! Sapıttıra yolundaki mağara hayaletler ve canavarlarla doluymuş diyorlar, geçerken çok korkuyorum. Yuvalarından etrafı gözetleyen tarla fareleri. Bakalım; çocuklar mı, tarla fareleri mi daha zeki?
Kocaağıl, Tozlu, Kocapınar, Keşlik yaylalarımız. Acıkınca karıncalı pekmeze ne dersiniz? Meşe koruluğunda ıslık çalan korkusuz(!) çocuklar…
Yaylada harman, dövene binmek iyi de şu baldırıma batan saplar olmasa! Şepit üstüne bulgur pilâvı. Soğanlı çökelek, bir de kara üzüm olursa!

Lâle çeşmesinden sağ su, kümbetten çürük su! Güğümler, helkeler, cingillerle günlük suyumuzu taşırdık. Yeşil boyalı 40x40 cm iskemlem, üstünde gaz lâmbası. Okumak için daha ne istenir!
10 Kasım 1954; Güneş Okulunda Radyodan yayın, “hazır ol” da saatler…

Toprak damlı evimiz. Yağmurda her metresinden damlayan suyun kaplarda çıkardığı melodiye alıştık da yatacak yer kalmıyor!  Arka bahçemiz; sebzeler, yıldız çiçekleri, kasım patılar, kenevirler, kendiliğinden biten töhmeken (semiz otu), haşhaşlı ekmek. Ne güzeldi yemek.
Top oynamayı seviyorum. Çaput toptan, lâstik topa. Ayakkabı eskiyorsa, yalınayak neden olmasın? Havada asılı yol tozunda boz suratlı, terden saçı yapışmış afacanlar…

Okul harçlığı lâzım. Bulgurhane çok. Lakin Ağustos sıcağında, kazandan yeni çıkmış haşıllı bulguru sırtta taşımak var ya. Hele boyna sıçrayan o tek tane! 
Gün batarken yevmiye fişimiz; benimkinde 4, kâhyanın oğlunda 5 yazılı!

Orta bir; en çalışkan benim, ama müziğim zayıf. Kırığı olmayan tek arkadaşımız iftihara geçti. Sonraki iftiharlar benim. Bayramda fakir çocuklara yardım var. Ayakkabı defolu ayağımı da sıkıyor, ama olsun. Günlerce başucumda tuttum. 
Bir sene de kumaş vermişlerdi. Diktirdik. Terzinin makine yağı başıma iş açtı: Meydan dayağı gibi bir azar! “Size kumaş mı verilir, görgüsüzler!”

Okul düzenini bozan haylazlara gözdağı. Müdür odasına taş atıp, camlar kıran iri kıyım delikanlılara dokunmuyorlar.  En iyisi şu koşup duran küçük çocuğu haşlamak… Lise müdüründen çakmak çıkartan tokatlar! 
Neden hep garipleri döverler?

Orta iki en zor yılım. Fransızcayı seviyorum. O günlerde yeni çıkan fono lügat aldım. Şehirde, köyde, yaylada hep yanımda. Sayfa sayfa lügati ezberledim. 

1959 yılı olmalı. Müzik öğretmenimiz İplik Fabrikası salonunda düzenlediği koro içinde bana da yer verdi. İyi de sahneye çıkacak ayakkabım yok. Düşündük ve çözümü bulduk. Babamın yeni boyattığı kırmızı/kahverengi bir ayakkabısı var. Büyük, ama ucuna, ardına kâğıt sıkıştırınca olacak gibi. Sahnede bütün dikkatim boyumla ve ayağımla mütenasip olmayan, her an çıkıverecek korkusu taşıdığım ayakkabımda. Çıkmadı neyse…

1961- 63 LİSE YILLARIM
Edebiyat istiyordum. Arkadaşlar karga tulumba fen şubesine tıktılar,
Kompozisyonda ve Fransızcada en yüksek notlar benim.
Canavar spor, lisedeki takımımız.
Evimize elektrik bağlandı.
Hoca yok. Yardımcı ders kitabı bulalım, arkadaşlarla konuları paylaşalım, birbirimize öğretmenlik edelim. Buz gibi odada yorgana bürülü çalışmalar…
Kopya çekmenin acemisiyim. Formülleri, imtihan kağıdını üstünde unutmuşum!
Milliyetçilik duygularım, “Yeni İstiklâl” gazetesi, 
“Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı” İslâmî uyanış.
Bol bol roman okuyorum: Reşat Nuri, Yakup Kadri, Kerime Nadir, Halide Nusret, Jules Verne, Aleksandre Dumas, AD Fils, Andre Gide, Saint Exubery, 
M. Emin Yurdakul, Atsız. Şiirde Yahya Kemal,  rif Nihat, Necip Fazıl.
İlk çantam lise 2’de; fermuarlı, vinileks.
Hangi üniversiteye / fakülteye gitsek? Burs olsun, gerisi kolay.
İlk imtihan EÜ, İzmir. 150 liraya patladı. Tercihim Ziraat Fakültesi. Basmane otellerinde bir hafta. Çökmüş yataklar. Gözden uzakta ilk buharlaşan edep mi olacaktı? 
Denizi ilk görüşüm. Havaalanı, stadyum ve fuar en merak ettiklerimiz.
İmtihan günü Basmane’den dolmuşa bindik. Yanıma bir hanım oturmaz mı? Bu şehirde ahlâk mahlak kalmamış! Ah benim güzel Karaman’ım! Ne dolmuşu var ne de kızlar böyle bir başkasının yanına oturur…

Bir hafta sonra A.Ü. imtihanı var. En az yüz lira daha lâzım, zor iş. Ankara’ya bilet alacağım gün, İzmir’den bir telgraf: “Ziraati kazandınız, kaydınızı yaptırın.” Bu bana yeter. Yüz liraya yazık!
Ankara’ya gitseydim ilk tercihim Mülkiye idi!
…..
Ziraat mühendisliğine kayınvalidemin güzelim çiçeklerini kurutarak başladım. Sonrasında zemin kaydı, dört meslek değiştirdim. 

Bilgi altyapısı farklı ortamların zorluğunu, gerilimini yaşadım, geniş çevre edindim. İlk fırsatta emekli oldum. Zamanıma, programıma müdahale eden kalmadı. Gönlümce okuyor, geziyor, öğreniyor, düşünüyor ve yazıyorum. Hayatımın en mutlu günlerini yaşıyorum.

Yorumlar