Kemal Boynukalın


YAŞAM ÖYKÜSÜ

Takvimler 1951 yılını gösteriyordu dünyaya geldiğimde. Eskilerin harman ayı dedikleri Ağustos’un dokuzu imiş. Adımı Ali Kemal koymuşlar.

Yedi çocuklu bir ailenin altıncı evladı olarak dünyaya geldiğimde kalabalık bir ailede saadetli günlerini yaşıyorduk. Türkiye’nin 20 milyon nüfuslu Karaman’ın ise Konya’ya bağlı 15-20 bin nüfuslu kasabadan az irice bir ilçe olduğu yıllardı.

Babam Karaman Belediyesi’nde zabıta amiri idi. Bize öğütlediği en büyük şey; ‘’Oğlum okuyun ama devlet memuru olmayın’’dı. Çünkü o zamanlar kendisi belediyede çalıştığı için sanırım siyasi baskılar görüyordu. Yaşadıkları onun kafasına öyle yer etmiş olacak ki bize böyle duygularla aktarıyordu; okuyun ama memur olmayın derdi. Yedi kardeşimden beşi yüksek tahsil yaptı.

İlk, orta ve liseyi doğduğum şehirde Karaman’da bitirdim. Yirmili yaşlarıma henüz girmeden 1970 yılında babamın ölümü ve ardından dört yıl sonra annemin ölümüyle evde küçük kardeşim Vefik ile beraber hem öksüz hem yetim kaldık.

İşte o dönemden sonra saadetli günlerin geride kaldığını ve mücadele ile yoğrulmuş acı günlerin beni beklediğini anlamıştım. Elimizden tutacak bir el, teselli edecek bir gönül aradık, lakin ne akrabamız ne de eş dost bize tutunacak dal olmadı ne halam ne dayım kimse kapımızı çalmadı. 

Bunun üzerine büyük abim Rıfkı Boynukalın beni Almanya’ya, küçük kardeşim Vefik’i de yatılı okula gönderme kararı aldı. Yurt dışı maceram bu anda başlamıştı. Ben Almanya’da öğrenim almak istiyordum. Almanca öğrenebilmek için kurslara katılmaya başladım fakat kısa zamanda yabancı dil öğrenmek imkansızdı. Zor günlerdi. Dil bilmeden burada okumak zor işti. Sonunda çalışmaya karar verdim. Çalışma izni alarak bir metal fabrikasında kaçak işçi olarak çalışmaya başladım. 

Bu arada Almanya’da Türkiye üniversite imtihanlarına girdim. Kazanırsam ülkeme dönüp okumaya niyetliydim. Fakat ihtilalin gölgesinde yaşanan yıllardı. Sağ-sol çatışmaları her an her yerde idi. Şanssızlık ki imtihan iptal oldu. Bazı fraksiyonların gösteri yapmaları yüzünden üniversitelerin çoğu imtihan yapamadı. Türkiye’de sağ-sol ideolojik çatışmalarının, istikrarsız ekonominin, artan borç yükü ve faili meçhul cinayetlerin, kısa süreli koalisyon hükümetlerinin, askeri darbe için gerekli zemini oluşturduğu yıllardı. Çaresiz Almanya’da çalışmaya devam ettim ama Türkiye’de bir sonraki sınava son defa girmeyi kafama koymuştum.

Yaklaşık bir yıl sonra yeniden üniversite imtihanları açıldı. Türkiye’ye gelip imtihana girdim ve sonucu beklemeden hemen Almanya’ya geri dönüp çalışmaya devam ettim.

Günler aylar böyle gelip geçerken bir gün çalıştığım fabrikaya elinde bir telgraf ile postacı geldi. Belli ki memleketten haber vardı. Telefon iletişimi yaygın olmadığı için en hızlı haberleşme telgrafla oluyordu. Postacının uzattığı telgraf kardeşim Vefik’tendi. “Ankara’da Eğitim Enstitüsü’ne kaydını yaptırdım, dönmek istiyorsan son 1 haftan var. Kararını ver” diyordu.

Kararımı verdim ve gurbet elden sılaya yeniden seyri sefer eyledim. Okula başladım. Gayretli bir öğrenciydim ve sağ salim okulu bitirip öğretmen olmak istiyordum. Fakat işler planladığım gibi gitmedi. Seksenli yıllarda darbe sonrası sıkıntılar devam ediyordu ve okuduğum okul eğitime ara verdi. Bu kez Almanya’ya dönmek yerine memleketim Karaman’a dönmeyi tercih ettim. Döndüm ama ne yapacak iş ne kalacak bir ev vardı. O dönem ablam Nefsan Leblebici bana kucak açtı. 2 yıl boyunca onun evinde kaldım. Bana hem anne hem baba oldu. 

O yıllarda Karaman’da şehrin kalbi Semerciler Sokağı’nda atardı. Bu sokakta Amcamın da bir dükkanı vardı. Zamanım tamamen boş olduğu için ara sıra amcamın dükkanına gidiyor ona yardım ediyordum. Amcam marangozdu, dükkanda hırdavat malzemeleri de satardı. 

Artık oldukça yaşlanmış amcama “ortak olalım” dedim. Kabul etti. Almanya’da biriktirdiğim parayı ortaya koyarak 1977 yılında ticaret hayatıma başladım. Dükkanla yakından ilgilendim, yeni malzemeler getirdim. Hırdavat ağırlıklı çalışmaya başladık. Amcam rahmetli oldu.

Birkaç yıl sonra baktım ki işler yolunda gidiyor kardeşim Vefik’i ve Ağabeyim Nazım Bey’i de yanıma alarak ticarete devam ettik.

Bu arada okulum eğitime yeniden başlayınca Ankara’ya gidip yarım dönemlik kalan eğitimimi bitirdim. 

Artık daha güçlüydük, kardeşler olarak omuz omuza vererek çalıştık. Tam 17 yıl Semerciler Sokağında hırdavat sattık. Çivi, tel, çekiç derken, demir, profil, çimento, kireç vesaire ile işlerimizi genişlettik. İnşaat sektörüyle ilgili çalıştığımız için sabah erken gelir geç giderdik. Çok çalışırdık. Tabi Semerciler Sokağı’nın bir özelliği vardı; kim erken gelir ona bakılırdı. Allah rahmet eylesin, 2 tane amcamız vardı, Muzaffer Keçeci ve Süleyman Dinçer Semerciler Sokağı’nda 17 senelik iş hayatımda hiçbir zaman onlardan erken gelemedim. O zamanlardan kalma alışkanlığımdır en geç sabah saat 8’de fabrikamızda olurum. Semerciler Sokağı’nda geçen 17 yılda ticareti öğrendik çevre edindik.

1989’da Karaman il olunca şehrin ticari potansiyeli de yükseldi. Organize Sanayi Bölgesinde bir bir fabrikalar açılmaya başlamıştı. Bu durum bize de ilham oldu ve biz de bir fabrika açabilir miyiz diye araştırmaya başladık. 

Neticede tüm imkanları kullanarak 1994 yılında şu anki fabrikamızın inşaatına başladık. Anı markası o yıl doğdu. 1995 yılı Temmuz 17’sinde ürettiğimiz ilk bisküvinin tadına baktık. O gün bugündür üretim yapıyoruz. Anı Gıda San. Tic. A.Ş.’ ye daha sonra plastik fabrikasını da katarak ticari hayatımıza devam ettik. Öğrene öğrene, zorluklarını göre göre bu günlere gelebildik.

Bugün 25 yılı aşkın bir süredir üretime devam eden firmamız 1500 çalışanı ile Türkiye’de ilk 500 şirket arasındadır ve 85 ülkeye ihracat yapmaktadır. 

Anı Bisküvi Yönetim Kurulu Başkanı olarak sürdürdüğüm ticari hayatıma ilave olarak, KARSİAD (Karaman Sanayicisi ve İşadamları Derneği) Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Karaman Organize Sanayi Bölgesi Başkanlığı vazifelerini yürüterek yaşam serüvenimize devam ediyoruz.

Şimdi bana soruyorlar, Semerciler’de başlayıp sanayiciliğe uzanan bu başarının sırrı nedir diye? Başarının anahtarı ‘’dürüstlük ve sabırdır’’ diyorum. Bunlar önemlidir ve biz böyle yaptık. Yani acele etmeden yavaş yavaş geldik. Müşterilerimize her zaman dürüstçe yaklaştık.

Onca yaşanmışlıktan sonra geriye dönüp baktığımda mücadele ve azimle geçen yılları görüyorum. 

Sözün sonunda bütün bu yıllar boyunca an be an yanımda olarak, manevi desteğini esirgemeyen sevgili eşime teşekkür ediyorum. Biri kız biri erkek iki evlada ve dört toruna sahibim. Kızım İlkay Kozan, Oğlum Fahri Boynukalın (Plastik fabrikasını yönetiyor). Damadım Burhan Kozan, Gelinim Deniz Boynukalın. Torunlarım: Rıdvan ve Ceyda Kozan Beren ve Elif Boynukalın hepsini muhabbetle seviyorum.


Yorumlar