Rıfkı Boynukalın
İBRAHİM RIFKI BOYNUKALIN
7 Ağustos 1944 yılında Karaman’da doğdu. 7 kardeşin 3’üncüsü olup ilk orta lise eğitimini Karaman’da yaptı. Sosyal bilimlere ilgisi nedeniyle İstanbul Üniversitesinde Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji bölümünü bitirdi. Karaman’ın Cumhuriyetin ilanından 1968’e kadar gelişimi konusunda yazdığı mezuniyet tezi fakültede iki ders konferans şeklinde öğrencilere anlattı. Araştırma tezi Karaman Ticaret ve Sanayi odasınca 1968’de kitap halinde yayınlandı. Üniversite son sınıfta kısa süreli anket yöneticisi olarak çalıştı reklam dünyasını tanıdı. 24 aylık yedek subay vatani görevinden sonra Paşabahçe Cam Sanayinde 1970-2000 yılları arasında önce Pazarlama Araştırmaları Raportörü sonra Planlama yöneticisi olarak görev yaptı. Şişe Cam’da sanayiciliğin atmosferini soludu.
1994 yılında kardeşleri ile birlikte sanayiciliğe adım attı ve Anı Bisküvi AŞ.’nin kurucu ortağı olarak Şişe Cam’dan emekli oldu.
Ülkemizin kalkınması ekonomik ve sosyal sorunları ile ilgili muhtelif makaleleri 1971-1973 Akşam gazetesinde ikinci sayfada düşünceye saygı sütununda yer aldı. Bu yazıların yanında Dünya gazetesinde ve gıda sektörü dergilerinde Karaman ve Anı Bisküvi ile ilgili röportaj ve makaleleri yayınlandı.
Şirketinin yatırımı, araştırma reklam ve kısa-uzun vadeli planların hazırlanmasına, müşteri ilişkilerinin gelişime süreçlerine katkıda bulundu. Karaman’da kutlanan Türk dili bayramları etkinliklerinde her yıl bir kitap yayınlanma sürecini yönetti. 10 yılda 11 eseri Anı Bisküvi A. Ş. yayını olarak kültür dünyasına kazandırdı.
Yazarı olarak bugüne kadar beş eser kaleme aldı. İlk kitabı 1968’de yayınlanan “Karaman’ın İktisadi ve Sosyal Gelişimi”dir. Aynı eser tıpkı basımı 2012 yılında yeniden yayınlanmıştır. “Bütün Yönleri İle Karaman İli” 1989’da il olan Karaman’ın vilayet olarak ilk kitabıdır. “Türkiye Karaman ve Anı Bisküvi” adlı kitabı 2011 yılında yayınlandı. 2016 yılında da “Tarih Sayfalarından Mektuplar” ve “Tartan Ailesinin Kısa Tarihi” adlı eserleri yayın dünyasına kazandırmıştır. Şirketinin kültürel çalışmalarına katkı sağlamak için yıl boyu kitap ve makale yazma işleri ile hobi olarak sürdürmektedir (2013-2019).
Bir kız bir erkek iki evlat babasıdır.
Derya Süer Boynukalın (İ.T.Ü. Ç. Mühendisi Kalite MD.) kızı ve Kerem Boynukalın (Marmara Üniv. İktisat Böl Ekonomist) oğlu, Emre Süer (İst.Üniv İktisat Fak İhracat Md) damadı ve Gözde Boynukalın (İ. T. Ü. Endüstri Müh. Lojistik Bölüm Yönetici) isimli gelini ve Eren Süer isimli torunu vardır.
Hatıralar!
Gelecek kuşaklara yaşadıklarımızdan çizgilerle hayata bakış açılarına zenginlik katabilirsek ne mutlu.
Sinema şeridi gibi hızlı bir şekilde geçen çocukluğum, mahallem ve fakülte yıllarımdan, iş hayatımdan bu yıla kadar anılarımdan kısa kesitler sunacağım.
Boynukalın Çıkmazı
Karaman Külhan Mah. Boynukalın Çıkmaz Sokağı adında; üçünün Boynukalın akrabalarımın yaşadığı 10 haneli bir sokağımız vardı. Bugünkü yeni sinemanın yanındaydı. Sokağımızdan Rifat, Ahmet, Arif Boynukalın, 3 makine mühendisi, Yunus Zeki Işık Elektrik ve Elektronik Mühendisi, Erol Yörük (Öğretmen) kardeşlerim Nazım Mühendis (Sanayici), Kemal Öğretmen, (Sanayici) Vefik Ekonomist (Sanayici), Emel Karaardıç Boynukalın (Öğretmen), ülkemize hizmet için hayat sahnesine çıktılar.
Sokaktaki evlerin ikisinde elektrikle su varken diğerleri gaz lambası ile aydınlanıyor, suyu mahalle çeşmesinden taşıyorduk. Kış ayları yoğun kar yağışı olur. Toprak damlar kürünür. Dar sokağa atılan karlar donar, üstünden tahta çantalarımızla kayardık. 1957’de içinde elektrik ve su olan Masurdede Mahallesi’ne taşındık. Boynukalın Sokağı istimlak edilmiş ve yıkılmıştı. Günümüzde olduğu gibi cep telefonlarıyla fotoğraf çekme imkânı olmadığı için sokaktan bir hatıra resmi bile çekemedik.1960 yılında evimize telefon bağlandı ve ilk kez radyo alındı.
Çocukluk oyunları
Çocukluğumda belleğimde kalanlar; pişi günü akşamı sokağımızın içinde tüm çocuklar küllüklerden topladığımız porselen ve renkli cam kırıklarını kerpiçten yaptığımız bir insan figürü (“Dede” diye tabir edilirdi) üstünü çamurla sıvar porselenleri üzerine yapıştırıp akşam kâğıt fenerlerimizi yakar hep bir ağızdan höykürürdük. (Eşeğimin kuyruğunu kamçımı sandın… Bir gelin ağlar zülfünü bağlar. La ilahe illallah...)
Uçurtmalarımızı kendimiz yapardık. Kırtasiyeciden aldığımız pelür renkli kağıtları çelenklerden söktüğümüz kamışların uçlarını keserek iple bağlar yumurtanın akıyla kağıtları yapıştırır. Uçurtmaları uçururduk.
PTT’nin arka kapısından mühürlü gelen paketlerden atılan kurşunları toplar evde ateş küreğinin üzerine koyar gazocağı üzerinde eritir koyunların dizlerinden çıkan aşık kemiğini delerek kurşunları döker arkasını önünü taşlara sürter düzgün hale getirir “Enek” yapar arkadaşlarla aşık oynardık. Çember çevirir renkli bilyalarla bilya oynardık.
Yağmurlu günlerde mahalledeki çocuklar birleşir tüm zengin komşuların kapılarını çalar “Yağ yağ yağmur/Teknede Hamur/Ver Allahım ver/Sicim gibi Yağmur” tekerlemesiyle elimizde de büyük bir torba evlerden bulgur ister torbaya doldurur birazda yağ isterdik. Torba dolunca mahallenin en fakirinin evine gider bulgur torbasını ona verir bir tencerede bulgur pilavı pişirtir hepimiz kaşıkla aynı tencereden pilav yerdik.
Annem Melahat Boynukalın
Rahmetli annem, melek insan, Melahat Boynukalın Hacı Sami Tartan’ın dedemin en büyük kızı idi. İstanbul’da doğmuş babası İstanbul işgal edilinceye kadar ithalatçılık yapmış Karaman Milli Bankası’nın kurucu ortağı bir babanın çok çalışkan ve otoriter bir insan olduğuna şahit olmuş hatıralarında Karaman’a İstanbul’dan İtalyan gemisiyle Mersin Taşucu Limanına çıkıp 7 günde deve kervanıyla Silifke Mut Sartavul yolundan zahmetli bir yolculuktan sonra Karaman’a vasıl olduklarını dedemizden dinlemiştik. Türkçe okuma yazmayı genç Cumhuriyet hükümetinin açtığı millet mekteplerinde öğrenmiş. Zaman zaman “Allah Mustafa Kemal Paşadan razı olsun medeni durumumuzu kadın haklarımızı ona borçluyuz.” şeklinde konuşurdu.
Kendisi bana, bütün kardeşlerime okullar tatil olunca boş durmamayı, çalışmamızı tavsiye ederdi. Annemin bize öğretilerinden hatırladıklarımdan bazıları:
Çalışacaksın! Mütevazi ve cömert olacaksın! İnsanlarla barış içinde yaşıyacaksın!
Bu yönlendirmelerle ilkokul sıralarında her yıl yaz tatilinde bir işyerinde bir yaz marangozhanede başka bir yaz aktar yanında, bir başka yaz manifaturacıda çalıştım. Bir yaz ayında da Kuran kursuna gittim; namaz surelerini ezberledim.
Gençliğimin kitapları
Ortaokul sıralarına geçtiğimde yaz ayında öğlenleri çarşı pazar koltuğumun altında Kemal Bayat’tan aldığım gazeteleri satıyor, saat 15.00 sularında iadeleri veriyor, komisyonumu alıyordum. Elde ettiğim parayla Tom Miks, Teksas, Pekosbil veya Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarını alıp okuyordum. Fakültedeyken yaz aylarında kurs veriyordum.
Çoğu arkadaşımız beğendiği kızlara kolay kolay yaklaşamıyor ya birileri ile haber gönderiyor ya da mektup yazıyordu. Benim için en iyi uğraş kitap okumak ve futbol oynamaktı. Kitaplar en iyi arkadaştı. Karaman Halk Kütüphanesi kitap sayısı ve huzurlu salonu ile örnek bir kütüphaneydi. Eve kitap götürmek için abone oldum. Artık sürekli kitap okuyordum. İlk okuduğum kitaplardan Dostoyevski’nin Beyaz Geceler, André Maurois’ın Yaşama Sanatı, Muazzez Tahsin Berkant’ın romanları aklımda kalanlar... Bayramlarda el öpüp aldığım harçlıkları biriktirerek kitapçı Kemal Bayat’tan kucak dolusu kitap alıyordum.
“Allah’tan Bulsunlar” romanım
Yavaş yavaş yazarlığa heves ediyor ama işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Bir gün iki odalı evimizde odamda ders çalışırken, 30 yaşlarında mahalleden bir hanımefendi anneme ziyarete gelmişti. Misafir odasında otururlarken başladı ağlamaya! Hem anlatıyor hem ağlıyordu. Belki hilafsız, bir saat anlattı. Anlatırken arada bir ‘Allahtan bulsunlar’ diyordu. Bu beni çok etkiledi, 6 ay geceleri bu kadının anlattıklarını geliştirerek bir roman yazdım. Kitap 80-100 defter sayfası olmuştu. Adını da ‘Allahtan Bulsunlar’ koydum. Ablam Nefsan Boynukalın Leblebici’ye okuması için verdim. O da mahalleden arkadaşı Afet Türegün Yavuz ablaya ve arkadaşlarına okutuyor, kritiklerini yapıyorlardı. Övgüler vardı. Bu deneme roman müsveddesini annemin gelinlik aynalı büyük konsolunun bir gözüne koydum. Sonraki yıllar içinde defter kayboldu. Kalsaydı nostaljik olarak zaman zaman okurdum. Siz siz olun içinizdeki keşfedilmeyi bekliyen yönelişlerinize yol açın. Bu duygular ileriki yıllarda Karaman sevdamız tutkumuz nedeniyle 50 yılda Karaman ile ilgili 5 eser yazmama yol açtı. Tabi Anı Bisküvi yayıncılığında 10 yılda 11 eser yayınladık. Tek derdim Karaman’ı tanıtmak gibi güzel bir uğraş.
Rahmetli Babam Fahri Boynukalın
Babam bendeki bu aşırı kitap okuma isteğini görünce 60’lı yılların yılbaşlarında kitap hediye etmeye başladı. Kütüphanemde babam imzalı olan bu kitaplardan bazılarının isimleri:
‘Meşhur olan fakir çocuklar’
‘İyi insan iyi vatandaş’
‘İyi insan iyi politikacı’
‘Sandalye kavgası’
Kitapların konuları günümüzün sorunlarını anımsatıyor. Kitapların isimlerini buraya koymamın nedeni; 60 yıl olmuş, ülkemizde iyi insanlar, iyi vatandaşlar, iyi politikacılar yetiştirmede daha çok yol kat etmek gerekliliğimizin devam etmekte olduğu görülüyor.
Belediye Zabıta Amiri olan babamdan söz açılmışken “dürüst asla haksızlık yapmayan hak ve adalete azami dikkat gösteren görevi icabı herkese olması gerekeni cesurca söyleyen disiplinli bir insandı.”
Kendisinden aldığımız öğretilerin başında; “Kardeşler olarak bir olacaksınız birliğinizi asla bozmayacaksınız.” “Politikaya bulaşmayacaksınız, kimseden yardım beklemiyecek sadece Allahtan isteyecek ve ona bağlanacaksınız, haklı olduğunuzda dik duracaksınız.” “Ya bir kuruluşun başı olun ya da ticaretle uğraşın.” sözleri vardı.
Kendisi Cumhuriyet okulu müdürü ve aynı zamanda Kızılay Başkanı rahmetli Zeki Üyetürk hocamızla babam belediyeden Zeki Bey Kızılay’dan fakirlere çocuğu askere gitmiş yoksullara kimsesizlere yakacak yiyecek çeşitli yardımları sağlıyorlardı.
Tükenmez arzum futbol!
Artık kendimi kitaplara verdiğim gibi aşırı şekilde top oynama isteğine bağlı olarak haftada üç gün mahalle arasında veya boş düz arsalarda mahalledeki çocuklarla top oynuyordum. Mahallenin kaptanıydım… Lise takımında bir defa oynadım. Eski profesyonel futbolcular karması ile statta yaptığımız bir maçtı. İlk defa büyük bir maçta oynayacaktım. Futbol ayakkabılarım yoktu. “Gıslaved” marka keten lastik ayakkabı ile oynuyordum. Bu kez ayakkabı problemini Karaman’ın gelmiş geçmiş en önemli futbolcularından Karaman İdmanyurdu ve Konya Yol Sporda oynamış Santrahaf Kürd Ali abinin en küçük kardeşi Mustafa İmançer’e anlattım. O da ağabeyimin özenle dolabında duran kramponlu futbol ayakkabılarını, ayağına olursa sana gizlice vereyim dedi. Tamda ayağıma uydu. Hakikaten maç esnasında topa vurduğum zaman daha güzel gidiyor oynarken bir güven veriyordu… Unutamayacağım futbol ayakkabısı ile oynadığım tek maçtı.
Eski garajdaki o maç
Futbolla ilgili bir anı daha lisede öğlenci olduğumuz için eski garajın arkasında bir bahçede iki takım halinde 22 kişi beşer TL’sına maç yapmaya karar verdik. Hepsi liseden arkadaşlarımızdı. Maçın tam heyecanlı bir anında müdür muavinimiz Mesut bey (Mesut Akay), geliyor diye bağrıldı. Hepimiz çil yavrusu gibi dağıldık. Bir sipere saklandık. Sınıf mümessilimiz İsmail Genç saha ortasında Md. Muavinmizle yüz yüze geldi. Mesut Bey; ‘Bana 22 kişinin listesini getirmezsen seni bir güzel benzetirim’ dedi. Sonuçta okul idaresi velilerimize yazı yazmış. O gün mektupları hademe Ahmet Ağa pedere elden ulaştırmış. Akşam eve geldim. Evde bir sessizlik… Sofra kurulmuş babam “Şu mektubu oku bakalım” dedi. Mektupta “Velisi olduğunuz oğlunuz kan ter içinde futbol oynarken yakalanmıştır ve ihtar verilmiştir.” diyordu. Nasihat etti. Top oynamamaya yemin ettirdi. Ama ben yine de gizli gizli top oynuyordum. Bu yasağın sebebi top oynarsak okumayacağımız anlamı taşıyordu.
Üniversite yılları
Üniversite sonuçları açıklandığında İstanbul Hukuk Fakültesi ve Edebiyat Fak. Sosyal Antropoloji Bölümünü seçmem gerekiyordu. İlk tercihimi Edebiyat Fakültesinden yana kullandım kaydımı yaptırdım. Hukuka kaydımı kaydırmak için çok düşündüm, çünkü yurtta kaldığım bir hafta içinde hukukta okuyan 7-8 yıllık öğrenciler gördüm. Gözüm korktu hiç sene kaybetmeye tahammülüm yoktu. Arkamda 4 kardeşim üniversite tahsili için sıra bekliyordu. Ayrıca Sosyal Bilimlere ilgi duyuyordum. Bir an önce üniversiteyi bitirip bir işe girmem gerektiğine şartlanmıştım. Sözü uzatmayayım, hukuka atlamaktan vazgeçtim. ABD üniversitelerinde hayli popüler olan yeni bölüme devam ettim. Cerrahpaşa’daki Konya Talebe Yurduna kabul edildik. En önemli konu burs almaktı. Müracaatımız sonunda 250 TL 6 ay aldıktan sonra soruşturmada muhtar bahçeleri ve tarlaları var diye istihbarat verince burs kesildi. Babam gömleğimi satar okuturum felsefesiyle 250 TL üstlendi. Bu fedakarlıkla gönderilen parayı çok dikkatli harcamaya karar verdim. Yemek, yatak, yol ve aylık muhtelif harcamalar bu limitin içindeydi. Kız ve erkek arkadaşlarla buluşma ve gezmelerimde saat 19’dan sonraya kalmıyordum. Çünkü yurtta verilen akşam yemeğini kaçırırsam dışarıda yemek mecburiyetinde kalacaktım. Fakültede 20 vilayetten gelme sınıf arkadaşlarımın konuşmalarında şive diksiyon farklıları bariz görülüyordu. Karamanlı olarak İstanbul Türkçesi ile konuştuğumu fark ettim. Bunu orta okul ve lisede çok kitap okumaya borçlu olduğumu anladım. Ne de olsa Karamanoğlu Mehmet Bey’in torunlarıydık.
İstanbul’da sanırım birinci ayımızı doldururken Ahmet Yıldızcı (prof) arkadaşım bir haber getirdi. Beyoğlu’nda dans salonu var. 4-5 kız var. Dans başı 2,5 TL en az 4 dans yapacaksınız dedi. Yurttan 4 arkadaş gittik. Beyoğlu’nun bir sokağında bodrum katında utana sıkıla dans provalarımızı yaptık.
Anket yöneticiliğim!
Dördüncü sınıfta iken bir cumartesi günü rahmetli Sabit Kayserilioğlu kardeşimiz Rıfkı işin var mı, dedi. Yok dedim. Beyoğlu’nda Ankara Reklam Ajansı var, anketçi arıyorlarmış senin de bölümünle ilgili gelir misin dedi. Tamam dedim gittik. Balo Sokak’ta ajansa vardık. 15 tane kızlı erkekli grand tuvalet giyinmiş adaylar. Benim üzerimde pantolon ve gömlek adayların arasında Tarzan gibi kaldım. Yetkili adaya bakarak semt ismini veriyordu. Sıra bana geldi, sana Topkapı dedi. Anket soru kağıtlarını aldım. Bir hafta süre verdiler. Topkapı Trakya Garajından itibaren çamurlu yolları atladım bir minübüse tesadüfü bir durakta indim. Baktım etrafım irili ufaklı fabrikalarla dolu. Patronlarla anket yapmaya karar verdim. Sanayici oldukları için çok ilginç ticari açıdan büyük fikirler içeriyoırdu. 10 anketi tamamlayıp teslim ettim ücretimi aldım.
Aradan 15 gün geçmişti. O sıralar Aksaray’daki Konya Yurdunda kalıyorduk. Yurdun telefonundan ismim anons edildi. Hatta Ankara Reklam yetkilisi sizinle görüşmek istiyor, dediler. Gittim anketleriniz mükemmel sizi anket yöneticisi olarak isdihdam etmek istiyoruz. Yıl 1968 Nisan ayı. Olur, dedim. Bir giriş formu doldurdum. 750 TL ücret talep ettim, kabul ettiler. İlk sigortalı işe orada başlamış oldum. Bütün bu kısmeti o gün giydiğim gösterişsiz spor kıyafetime borçluydum. Topkapı semtini vermeleri bana kapıları açmıştı. Tabi ben reklam ajansında anketçileri kendim seçtim. Yurtta Karamanlı arkadaş ve daha yeni gelenlerden ekonomik bakımdan kısıtlı olanları seçtim. Faruk Alkan’ı (prof) anketçi olarak Fındıkzade’de görevlendirdim. Akşam da yapılan anketleri topluyordum. Faruk odama geldi. Ben anket manket yapmayacağım başıma bugün neler geldi, dedi. Ben de hayrola dedim. Meğer Faruk bir Apartmanın önüne gelmiş anket için giriyim mi girmeyim mi şeklinde adımlarken önceki gün apartmana hırsız girmiş. Pencereden Faruk’un hareketlerinden şüphelenen bir kadın, polisi aramış. Karakola götürmüşler hırsız zanlısı diye Faruk anketleri gösterip talebe olduğunu anlatarak salıvermişler. Faruk’a anket parası ödemedik.
1968 Karaman kitabım!
İlk yıldan itibaren derslere önem vererek kendimi yetiştirerek iş hayatına adım atmaya karar verdim. Normal derslerin yanında İktisat Fakültesinin 3. sınıfından başlayan ek dersleri almak için (sertifika) Fakülte Dekanlığına müracaat ettim, kabul edildi. 4. sınıfa başlamadan önce bir sosyal araştırmacı olarak bir tez hazırlamam gerekiyordu. Bende Cumhuriyetin kuruluşundan 1968 yılına kadar Karaman’nın şehir ve toplum olarak nasıl gelişim gösterdiğini araştıracağımı bölüm başkanı profesöre bildirdim. Prof. (C.W. Hard); ‘Bu büyük bir araştırma konusu. Eğer bilimsel verilere dayanan bir araştırma yapamaz isen yeniden tez yazarsın, bu riski üstleniyor musun?’ dedi. Ben ‘Karaman’ı çok seviyorum, hazırlamaya talibim.’ dedim.
Konuyu verdiler. Araştırmak için 1967 Temmuz’da Karaman’a döndüm. İlk iş olarak resmi dairelerden istatistiki bilgileri çıkarmak, toplayabilmek için sansasyonel bir haber yayınlamamın gerekli olduğunu düşündüm. Doğru çarşıdaki parkın karşısında Kayserilioğlu Pasajı’nda matbaası olan ve ‘Karaman’ın Koyunu’ günlük gazetesini çıkaran Cumhur Pınarbaşı ağabeye gittim. Konuyu anlattım. Ertesi gün gazetesinin başlığı 8 punto üzerinden haber koyduk:
“Karaman Araştırılacak”
Şehrimze gelen hemşehrimiz Rıfkı Boynukalın… Üniversite ….
Gazete tüm dairelere ücretsiz dağıtıldığı için resmi daireler konuyu öğrenmişlerdi… Artık her gittiğim daire rakamları veriyor, istatistiki dökümlere yardım ediyorlar, itibar görüyordum.
Karaman’da çalışma tamamlandıktan sonra Ankara’ya gittim.
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı!..
Bana Karaman ile ilgili nüfus sayımlarındaki çok özel bilgileri dökmüşler. 30’dan fazla konuda istatistiki rakamları bir klasörde toplamışlar. Bu yayınlanmamış bilgiler bir hazineydi. Bunları kaydettim…
Aksaray’da Konya Talebe Yurdu’ndaki odamda, 5 ay 8 ana konuda Karaman’ı yazmaya başladım. Rakamlar, grafikler analizler, sebep-sonuç ilişkileri 72 sayfa tutmuş. 20’den fazla tablo ve grafikler ortaya çıkmıştı. Doçentimiz rahmetli Nepan Saran Hanım yazdıklarımı bir ay içinde her hafta bir gün benimle buluşarak kontrol etti. Tavsiyelerini söyledi. Tezin grafiklerini bir mimarlık bürosunda çalışan mimarlık öğrencisine çizdirerek çok estetik bir şekilde hazırladım. Tezin adını da “Karaman Şehrinin Araştırılmasında Metot ve Kaynak Üzerine Bir Deneme” koydum.
Tez çok beğenilmiş bir doktora tezi havasında algılanmıştı. Tezi teslim etmeye gittiğimde bölüm başkanı Prof.; “Bu haftaki kürsüyü sana vereceğim, bu tezi nasıl hazırladığını, 3. ve 4. sınıflara anlatacaksın.” demez mi!
Nasıl kürsüye çıkıp anlatacağım! Beni bir ter, bir telaş bir heyecan!..
Konuşmayı yapacağım günden bir gün önce naylon gömleğimi yıkadım. O zaman yıkanıp hemen kuruyan ve ütü istemeyen naylon beyaz gömlekler vardı. Bana yardım etsin diye Allah’a dua ediyordum. Sonra kendi kendime telkin veriyordum. Araştırmayı yapan sensin, yazan sensin, kurgulayan sensin. Tam da Karaman’ı anlatmak ve tanıtmak bir fırsat demeye başladım.
Gün geldi, sınıf dolu, hoca talebelerin arasında oturuyor. Anlatmaya, “Karaman’ın Koyunu” gazetesini göstererek başladım. Sansasyonel haberi nasıl yayınladığımı ve ne gibi kolaylıklarla karşılaştığımı anlattım. Bu sırada gazete ve grafikler talebeler arasında elden ele gezdi. Bir derslik süre verilmişti. Ben anlattıkça coşuyor, coştukça espriler yaparak anlatıyordum. Anlatacaklarımın yarısına geldiğimde zil çaldı. Talebeler, “Hocam 2. dersi de verin, devam edelim.” dediler. Hoca “Olur.” dedi ve 10 dakika ara verildi. Dışarıya çıktığımda koridorda tanıdığım, tanımadığım güzel kızlar etrafımı sardılar. Tebrikler nasıl bir işe gireceksiniz, sizi iş hayatında takip edeceğiz, dediler. Benim gözüm güzelleri görmüyor. Karaman’ı tanıttığım için, içim içime sığmıyordu. Neyse 2. dersi de yaptık. Çıkışta, hoca “Odama gel” dedi. Odasında bana, “Bu araştırma bölüm rafları arasında kalmamalı, kitap halinde basılmalı, baban finansman sağlayabilir mi?” dediler. Bir kitap kaça mal olur fikrim yoktu. O bir devlet memuru, karşılayamaz, dedim. Sonuç olarak bana cevaben “Seni Haziran’da birincilikle mezun edeceğim.” dedi. Mezun olduk tüm arkadaşlarla vedalaştık herkes memleketine gitti. Sudan çıkmış balığa döndük. Cep telefonu yok, ev telefonu yok, dolayısıyla haberleşme kopmuş oldu.
Ben de Karaman’a döndüm. Yaklaşık 10 gün geçti. Çarşıdaki parkın kenarından yürürken Avukat Baha Kayserilioğlu (rahmetli ağabey) koluma girdi. “Üstat benim büroya gidelim konuşacaklarım var.” dedi. Başladı anlatmaya. Edebiyat Fakültesinden tezimle ilgili Karaman Sanayi Odası’na bir yazı gönderilmiş, Karaman Şehir araştırmasının kitap halinde basılmasını tavsiye ediyormuş. Baha Bey, “Tezini acele getir.” dedi. Koşarak evden getirdim, süratle inceledi, “Tebrik ederim.” dedi. Ondan görüş bekleyen Sanayi Odası Başkanı Ali Ceylan amcayı aradı kitabın basılmasını oda tavsiye etti. Sonunda kitabı İstanbul’da Sadi Göncü ağabey bastı Kitabın ismini basılırken değiştirdik. “Karaman’ın İktisadi ve Sosyal Gelişimi”oldu. Önsözünü de Prof. C. W. Hard yazdı.
Askerlik günlerim
Askerliğini yapmayana ne kız verilirdi ne de işe girilebilirdi! Ben de kitap basılırken askere gittim. Tuzla Piyade Okulunda askerliğe başladım. Tuzla’da hafta sonları bana da verilen 500 adet kitabımı satmak için Sirkeci’de “Karaman Tanıtım” başlıklı bir kaşe yaptırdım. Her cumartesi günü Sirkeci Postahane’den tanıdıklarıma 10 TL bedelle iadeli taahhütlü kitap gönderiyordum. Ailemden harçlık para istemiyordum. PTT’den para 9.50 kr veya 8.50 kr yazılı havale kağıdı bir sürü kupon geliyor ben de karşılığını alıarak harçlığımı çıkarıyordum… Bölük komutanı binbaşı bir gün çağırdı, “Oğlum sen loto mu oynuyorsun? Bu paralar nedir?” diye sordu. Ben de gülerek olayı anlattım.
44 yıl sonra ikinci baskı
Bu arada yeri gelmişken 2000 adet basılan kitap bitmişti. 44 yıl sonra sevgili arkadaşım Sami Yaşar Ölçer, her Karamanlının evinde mutlaka bulunması gereken bir kitap şeklinde yorumlaması ve ısrarı üzerine 2012 yılında Anı Bisküvi yayını olarak 2. tıpkı basımını yaptık. Kitap bitti inanın böyle giderse 3. baskı da istek üzerine yapılabilir.
Paşabahçe Şişe Cam’a girişim!
Askerlik bitince lisan öğrenmek ve master için Almanya’ya gitmeye karar verdim. Kardeşim Nazım Almanya’da mühendislik tahsili yapıyordu. Bana akseptansımı göndereceğini söyledi. İstanbul’a askerliğimi bitirmiş biri olarak döndüm. Ablam Beyhan Özpeynirci’ye valizimi bıraktıktan sonra diplomamın aslını almaya gittim.
Aylardan Eylül, fakültede kimse yok. Diplomayı sekreterlikten aldım. Gezerken bölüm ilan tahtasını da bir göreyim dedim. Baktım bölümün kapısı hafif açık, başımı uzattım. Bölüm başkanı Prof. Nephan Saran (rahmetli hocam) gülerek, “Rıfkı bende seni bekliyordum.” dedi.
“Hayırdır hocam?” dedim.
Paşabahçe Cam Şirketi Beykoz’da fabrikaya bir pazarlama bölümü açıyormuş. Bize iyi bir talebenizi tavsiye eder misiniz? O da askerden gelirde bana uğrarsa göndereyim, demiş.
Sözün özü görüşmeye gittim. Yetkili Bölüm Md ile görüştük mülakat yaptılar tabi yazdığım Karaman kitabı da elimde. Beni yüksek bir maaşla, 4 ikramiye bir lojman ve boğaza bakan deniz kenarında bir çalışma odasıyla işe aldılar. Yüce Yaradan çabalarımın karşılığını vermiş temiz kalpli kuluna bütün yolları açmıştı. Ben Almanya’yı unuttum “Pazarlama Araştırmaları Raportörü” olarak göreve başladım. Sonra planlama yöneticisi olarak 30 yıl severek çalıştım. Orada sanayiciliğin atmosferini soludum. Bu arada Şişe Cam’a yedi Karamanlı hemşehrimin de işe girmelerinde yardımcı oldum.
Şişe Cam’da çalışırken 1989 da il olan Karaman’ın vilayet olarak bir kitabı yoktu. Yine Karaman aşkıyla 1990 yılında 100 sayfalık “Bütün Yönleri İle Karaman İli Ermenek-Kazımkarabekir-Ayrancı” kitabını yayınladım. Vilayetin ilk kitabını yayınlamakta bana kısmet oldu.
ANI Bisküvi! Hayallere uzanmanın adı…
En küçük kardeşim Vefik Semerciler Sokağı’ndaki inşaat malzemeleri satışı yapılan dükkân için sık sık İstanbul’a geldiğinde benim Ford Taunus arabamı alır saç çinko –çivi-boya çeşitli fabrikaları dolaşır buluştuğumuz akşamları da o gördüğü fabrikaları anlatır ben de ona Paşabahçe sanayi anlatır fabrika kurma hayalleri kurardık. Ben ona ticareti öğrendiniz müteahhitliğe geçiş sonra da sanayiye geçişi yapmak daha doğru bir süreç olacağını ifade ediyordum. Onun düşüncesi çinko fabrikası kurmaktı ama büyük sermaye gerekeceğinden vaz geçiyordu. Karaman’ın bisküvi üretiminin yarattığı sinerjiden yararlanarak bisküvi fabrikasını kurmak Semerciler Sokağı No:73’teki dükkanda kararlaştırıldı. 1994 yılında kardeşlerimle Anı Bisküvi AŞ’yi kurduk. 25 yıl oldu. Sektörün önemli oyuncularından olduk.
Ben Paşabahçe Cam Sanayi Şirketinden emekli olduktan sonra 30 yıllık tecrübelerim ışığında şirketim Anı Bisküvi’de ilkleri başlattım. İlk yıllık satış proğramı, ilk uzun vadeli plan, ilk büyük zincir marketlere giriş, ilk yurt dışı Almanya Anuga Fuarına katılım, ilk radyo reklamı ve tv reklamı yapımı…
Artı basın ve medyada şirketimle ilgili tanıtım makale, beyanat verme yanında her yıl kitap yayınlama faaliyetlerini sürdürdüm. Emekliğimi yıl boyu kitap hazırlama ile geçiriyorum. Elinizdeki bu yıl yayınladığımız kitabı da Karaman’ın kültür hayatına kazandırmış oldum.
Bir yabancı romancının iki deyişini buraya almadan geçemiyeceğim:
“Hayat ne gideni geri getirir ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşıyacaksın ya da yaşamadım diye ağlamıyacaksın!”
“Başkalarının hayatından ders alın. İnsan bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor!”
Bir de Hz. Mevlana’nın “Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün!” sözü insan karakterinin nasıl olması gerektiğini özetliyor.
Teşekkürler
Bu yaşıma (75) kadar sağlık içinde bir ömür verdiği için Yaradanıma sonsuz şekilde şükrederim.
Beni büyüten eğiten doğru yolu gösteren babam ve annem nur içinde yatsınlar! Onlara minnettarım.
47 yıllık evliliğimiz boyunca çocuklarımızı ilk okuldan üniversiteye kadar terbiye eğitim ve sevgiyle yol göstericiliğini başarıyla sürdüren, hepimize ihtimam gösteren Sevgili Eşim Necla Sultan’a teşekkürler.
Çocuklarım Derya Süer Boynukalın, Kerem Boynukalın damadım Emre Süer, gelinim Gözde Boynukalın, torunum Eren Süer’i muhabbetle seviyorum.
Yaşamımız boyunca sevgilerini esirgemiyen kız kardeşlerim Beyhan, Nefsan ve Emel’e teşekkürler.
Bugüne kadar kardeşler olarak birliğimizi bozmadan yoğun iş hayatı içinde güç birliği yaptığımız;
Erkek kardeşlerim Nazım, Kemal ve Vefik’e sağlıklı yıllar dilerim.
Son söz olarak çocuklara gençlere tavsiyem bol bol kitap okumaları her ay en az bir kitap okuyup bitirmeleri!
Kitap okuyan her söylenene inanmaz analiz eder.
Bilgi süzgecinden geçirir.
İyi bir insan olur.
Topluma örnek olur.
Bilge olur.
Yorumlar
Yorum Gönder