SON SÖZ
(Aslında Bu İnsanlar Kim?) Sami Yaşar Ölçer
“Herkes kendisini anlatacak” diye işe başladık. Ama sonunda gördük ki neredeyse hiç kimse şahsi başarılarını, bu kitapta neden yer aldıklarını sonrasını okuyucusuna anlatacak şeyler yazmamışlar daha doğrusu övünmek gibi görünmesin diye çekinmişler. Onun için birisinin onların yazamadıklarını yazması gerekiyor. Bu, bazı insanları methetmek değil gerçek yerlerine oturtmak anlamına geliyor.
Gelelim Rıfkı BOYNUKALIN kardeşime. Edebiyat Fakültesini bitirdi. Şişe-cam A.Ş. den emekli oldu. Kardeşleriyle birlikte sanayiye girdi. Bugün her zaman Karaman ilimizde ihracatta genellikle en fazla ihracat yapan şirket konumundadır. Ama asıl anlatmak istediğim bu değil kültüre verdiği destek. Her yıl Karaman ile ilgili bir kitap yayınlamak bunları parasız dağıtmak, öğrencilere burs vermek ANI Bisküvi’nin hizmetleri arasında ben bu hizmeti sizin gibi çok önemsiyorum ve heyecanlanıyorum.
Gelelim Ahmet YILDIZCI hocama! Evlerinin altı ahır, mandalardan Ahmet sorumlu. Oradan çıkıp İTÜ’de adına kürsü açılması ve Amerika’dan Peyzaj oskarı kazanmak kolay mı? İnsan hiç-biri şeye üzülmemeli Ahmet Hocam Orman Fakültesini dört yılda bitiremedi. Bir sömestir uzadı mezuniyeti Ahmet buna çok üzüldü kahroldu! Ama o son Sömestir da Fakülteye Peyzaj dersi kondu. Ahmet o derse katılan birkaç öğrenciden birisi. Hayatını, başarılarını ve ödüllerini işte o kaybettiğim zannettiği son sömestir da ki aldığı peyzaj dersine borçlu. Eğer dört sene de mezun olsaydı hayatı tamamen başka olacaktı. Demek ki hiçbir şeye üzülmemeli hiçbir olay sebepsiz değil!
Gelelim göz doktoru Nadide CANDAN‘a (ÖZER) Ankara’daki sınıf arkadaşlarını ilk o bir araya getirdi. Bizde ‘Karaman’ın ilk bayan doktoru bizim sınıfımızdan’ diye gurur duyduk. Biz Anka-ra’daki birlikteliğimizi Nadide’ye borçluyuz. Bir insana konulan isim ancak bu kadar huyuna suyuna uyar. Nadide’nin Karaman’a hizmeti bununla bitmez. Değerli eşi rahmetli Prof İsfendiyar CANDAN, enişte kontenjanından yüzlerce Karamanlı’yı muayene etmiş bir kuruş para almamıştır. Bir keresinde götürdüğüm hasta için’ hocam borcumuz ne kadar diye sordum “Sami bir Karamanlı’dan senin aleyhimde yapacağın dedikodudan kurtulmam için o paranın on katını harcamam lazım, senden korktuğum için senden para almıyorum.” demişti. Hocam her zaman bir Fatiha’yı hak ediyor.
İki arkadaşımız -kendilerine göre haklı sebeplerle- yazı yazmak istemediler. Birisi A. Necmi ÖZLER. Karaman’dan çıkan ilk ve tek Anayasa Mahkemesi üyesi. Ortaokulda üç yıl aynı sırada oturduk. Üniversitede aynı evde ve aynı odada kaldık. Bir insan bu kadar beye-fendi olabilir mi? Hep O’na benzemek istedim. Ama imalatımda beyefendilik monte edilmediği için bir türlü olamadım. Hayatında geldiği her noktaya -Genel Kurmay Adli Müşavirliği, Askeri Yargıtay üyeliği ve Anayasa Mahkemesi üyeliği- hukuk kültürünün yanı sıra tamamen efendiliği ile gelmiştir. Askeri Yargıtay’a üye seçileceği zaman o devrin Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren’in – Müşavirlikte ki o efendi çocuğu gönderelim dediği biliniyor. Yazı yazmak istemeyişi de o yüksek Hakimliğin verdiği vakur duruş sebebiyledir diye düşünüyorum.
Yazı yazmak istemeyen ikinci arkadaşım ise Kaya Güngör AYKENT ilkokul birinci sınıftan Ziraat Fakültesi son sınıfına kadar hep sınıfının birincisi. Fukaralığın en dibinde. İlkokuldan itibaren hep çalışmış kendi haçlığını çıkarmış bir insan. Bürokraside hepimizden önce üst kademeye çıktı. Bu noktada mahallemizin kızı Kayanın Muhterem eşi Yaşar Hanımı da zikretmemiz gerekir. Böyle bir kişiden hiç bahsedilmemesi içime sinmedi, bilinsin istedim. Kendisinden izinsiz yazdım, umarım affeder.
Gelelim Prof. Dr. Ali ERYILMAZ Hocama. Sen Tek kelime İngilizce bilmeden Amerika’ya git, süresi içinde doktora yap dön, sonrasında tarım bakanlığında daire başkanı, genel müdür yardımcısı bilahare genel müdür oldu. Aynı anda doçent ve profesör oldu. Bu nasıl bir başarıdır? Atılım Üniversitesinde hocalık yaptı. Sonrasında emekli oldu. Doktora konusu Zirai planlamadır yani şu anda Türk tarımının tam ihtiyaç duyduğu adamdır Ali.
Şimdi torpil demezseniz ağabeyim Turgut ÖLÇER’den bahsetmek isterim. Bir insan otuz sene anası-babasına bakar mı? Onlara bir ev yaptırıp, tüm ihtiyaçlarını onlar vefat edene kadar karşılar mı? Hayırlı evlat olmak başka nasıl tarif edilebilir. Benim tek ümidim, kendisi direk cennete giderken kapıdaki meleklere ‘’Bu benim kardeşim ona da bir torpil yapabilir miyiz’’ demesinde.
Bir de Doç. Dr. Hüsnü Buğdaycı var. Halen ellerinde ve kollarında demirci fırınının yanık izlerini taşır. Babasının dükkanında demir dövmeye başladığında daha orta okuldaydı. Oradan bin bir imkansızlıkla Ege Tıp Fakültesi ve akademik kariyer yaptı. Bunlar yazılması çok kolay ama yaşanması çok zor şeyler.
Beyefendilik denince aklıma gelen bir diğer isim Dr. Kâmil UĞURLU’dur. Onu görünce insan ‘’ böyle nasıl beyefendi olabilir’’ diye düşünürüm. Birkaç çevre konulu toplantıda konuşmacı olarak birlikte olduk. Bu toplantılarda ben konuşmamın başında hazır olan topluluğa kendisine alkışlatarak başladım, bunu hak ettiğini düşündüm. Karaman’da bir dönem belediye başkanlığı yaptı ancak Mimar SİNAN için söylenen ustalık devri eserlerini vereceği ikinci dönem de aday gösterilmedi. Aslında Karaman kaybetti gibi gelir bana.
Elmedin Sokak’taki evimizin karşısında İzzet PEMBECİ amcamın evi vardı. Orada Şerife yengem ve üç oğlu ile birlikte yaşarlar. Bir gün bu eve İzzet amcamın akrabası bir kişinin oğlu daha eklenir; Ramazan ÖZGAN oda üç çocuklar beraber büyür ve okur çünkü köylerinde ortaokul yoktur. İşte O Ramazan Arkeoloji Profesörü olur. Dekanlık yapar ve bizim gururumuz olur. Bir zamanlar Karaman’da nasıl bir dayanışma ruhu varmış siz karar verin.
Bir de Mualla MEZHEPOĞLU ablam var. “Karaman’da toplasanız altı ay kaldım diyor.” Peki bu kitapta ne işi var diye sorabilirsiniz? Benim yazılarımı İKEV Postası’nda okuyup hemen arar. “Gene her şeyi toz pembe göstermişsin.’’ diye sitem eder. Bu sefer ben aradım ‘’hadi şimdi sen yaz nedir eksiklerimiz.’’ O da yazdı sağ olsun.’’ Sağ olsun bu kadar övünüyorsunuz bir kütüphaneniz yok ciddi bir kitapçınız yok’’ diyor. Yani kitabımızın muhalif sesi. Oysa Karaman’da bir kütüphanemiz vardı. Bizim sevgili Muhsin ABAY’ın babası Recep amca orda çalışırdı. Sonra kütüphanemiz camiye dönüştürüldü. En çok oradaki binlerce kitap ne oldu diye merak ederim. Hepsi bin dokuz yüz ellili yılların kitabıydı. Yani bugün için antika değerinde sayılacak kitaplar. Mualla abla bizi böyle sarstı. İnşallah valilik belediye başkanlığı ve kültür müdürlüğü bu haklı feryada kulak verir.
Ayrıca Mualla ablanın babası Rıza MEZHEPOĞLU yanılmıyorsam Karaman’ın ilk hukuk fakültesi mezunu insanıdır. Asıl önemlisi Rıza Bey Atatürk’le yan yana resmi olan bir kişidir. Ve garip bir tesadüf Atatürk’ün diğer yanında oturan hukuk fakültesi öğrencisi Meliha Hanım ileriki yıllarda Rıza Beyin eşi ve Mualla Ablanın annesi olacaktır. Yani anne ve babasının Atatürk’le resmi olan tek insandır. Bu da kitapta yer alması için yeterlidir sanıyorum.
Gelelim bana. Hiç böle pırıltılı bir geçmişim yok. Akıllı telefonu, interneti ve sosyal medyası olmayan adeta 19. yüzyılda yaşayan adam. Ama benim çok büyük arkadaş ve dost koleksiyonum var. Bugün neyim varsa (Bir yazlık bir kışlık ev bir araba bu arada servet beyanımızı da yapmış bulunuyoruz) yukarıda adı geçen daha yazamadığım arkadaşlarım sayesindedir.
Herkes ancak arkadaşı kadardır. Zenginlik ve fakirlik böyle ölçülmelidir.
Yorumlar
Yorum Gönder