Özcan Genç
• İlkokulu, Cumhuriyet İlkokulunda, ortaokulu da Karaman Ortaokulunda bitirdi.
• Liseyi, Konya Lisesinde okudu.
• 1955 senesinde İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesini kazandı. 1960 yılında da İnşaat Yüksek Mühendisi sıfatı ile mezun oldu.
• 1970 senesine kadar, muhtelif, inşaat kurum ve firmalarında yöneticilik yaptı.
• 1969 yılının son günlerinde, Karaman’da yapılan bir ara seçimde Belediye Başkanı seçildi. 1977 senesi sonuna kadar, iki dönem, 8 sene Belediye Başkanlığı yaptı.
• 1977 seçimlerinde yeniden aday olmayıp, mesleğine geri döndü.
• Emekli olana kadar, bilfiil şantiyelerde çalışarak birçok inşaat yaptı, profesyonel hayatını icra etti.
KARAMAN ORTAOKULU VE MUHTEŞEM İKİLİSİ
Bu başlık altında (yerimizin elverdiği nispette ve dilimizin döndüğü kadar) Karaman Ortaokulunu ve üzerimizde büyük hakları olan, prensipleriyle damgalarını vuran iki öğretmenimizi, yeni nesillere tanıtmak istiyorum. Karaman Ortaokulu, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün emriyle 1933 yılında açılan, Cumhuriyetimizin onuncu (10.) yıl ortaokullarından biridir. Bu anlamda çok değerli, önem arz eden bir okul olup, sıradan bir ortaokul değildir. Hatta o tarihlerde, Karaman’a yakın ilçelerde (Örneğin; Mut, Hadim, Ermenek, Bozkır, Ereğli’de) ortaokul bulunmadığından, bir “Bölge Okulu” gibi hizmet vermiştir. Dolayısıyla Mut, Hadim, Bozkır, Ermenekli’lerin de ilk, ortaokuludur. Ereğli’den de Karaman Ortaokuluna gelenler olmuştur, ancak, Ereğli’liler yatılı olduğu için, daha çok Konya Ortaokulunu tercih etmişlerdir. Karaman Ortaokulunun, bu, “Bölgesellik” karakteri sayesinde, Karaman’da bir “pansiyon” kavramı oluşmuş, ve bir çok aile evlerine öğrenci kabul ederek, yaşamaya başlamışlardır. Bu adet, aşağı yukarı II. Cihan Harbinin sonuna kadar sürmüştür. Harp sonrası pek çok ortaokul açılınca, pansiyonculuk da bitmiştir.
Ortaokulumuzun kuruluşu hakkında, bu kadar bilgiden sonra, o müesseseyi saygı duyulan bir ortaokul yapan, iki öğretmenimizden de kısaca bahsetmek istiyorum. “Muhteşem İkili” diye tariflediğim iki öğretmenden, birincisi, fizik, kimya ve biyoloji öğretmenimiz Necmiye Akyüz hanımefendidir. Son derece disiplinli, hatta diktatör karakterli bir kişiydi. Kendisinden korkar ve çekinirdik. O kadar ki, evinin önünden geçerken bile, elli metre önceden ceketimizi düğmeler de geçerdik. Ama esas özelliği, kendisine has öğretme methodudur, Şöyle ki, sadece kitapta yazılı olanlara bağlı kalmaz, ve kitaptaki bilgileri, (elde var bir) kabul ederdi. Bir bakıma kitapta yazılı olanları evde okumamızı, derslerde ise daha çok bu bilgileri irdelememizi, eğrisini – doğrusunu, enine – boyuna tartışmamızı ve her konuyu, sebep-sonuç ilişkilerinden giderek, artı (+) ve eksi (-) yönleriyle incelememizi, benzerleri veya tersi olan durumlar ile birlikte bir sonuca varmamızı isterdi.
Bu tartışmalarda kendisi de öğrenciymiş gibi toleranslı davranırdı. Zaten tartışmalar sonunda, çoğunlukla kesin bir sonuca varamazdık. Ama onun için de sonuç önemli değildi. Önemli olan; konunun tartışılması ve bu hususun metodunun öğrenilmesi idi. Bu sayede, bizler de, (kitaptaki konu başlıklarına ve konunun içeriğine bağlı kalmadan) konunun yalnız pozitif unsurlarını değil, negatif yönlerini de incelemeyi ve bu konudaki düşüncelerimizi çekinmeden, cesaretle söylemeyi öğrendik. Bunu yaparken de daima sebep-sonuç ilişkilerini dikkate aldık.
Basit bir misal vermek istiyorum: Bir defasında, bize, “Önümüzdeki ders göz konusunu işleyeceğiz. Çalışın gelin.” dedi. Biz de ilgili konu üzerinde çalıştık, o gün her zamanki gibi okula gittik. Bir arkadaşımızı tahtaya kaldırdı, göz konulu dersi anlatmasını istedi. Arkadaşımız da çalışmış, gelmiş. 5-10 cümle söyledi. Hocamız sözünü kesti, “Aferin, çalışıp, gelmişsin, notunu da buna göre alacaksın. Ancak, söyle bakalım; hiç düşündün mü? Neden iki gözümüz var?” dedi. Bu soru, ders boyunca tartışıldı. Herkes aklına geleni rahatlıkla söyledi. Ama kesin ve net bir sonuca varılamadı. Üstelik ortaya, bir yığın yeni soru çıktı. Örneğin;
- Saatin akrebinin yürüdüğünü neden göremiyoruz?
- Uzun süre kara (kar beyazına) bakarsak, onu takiben baktıklarımızı neden karanlık görüyoruz?
- Renkli görmeyen yaratık var mıdır?
- Sizce tüm bunların sebebi ne olabilir? Gibi…
Diyebilirim ki, onun sayesinde, “DÜŞÜNME SANATI” adında ek bir ders gördük. Özetlersek, “Sebep – Sonuç” ilişkisine dayanan, modern düşünme şeklini ondan öğrendik ve hayat boyu kullandık.
Biz, üçüncü sınıfa geçtiğimiz sene, Necmiye Hanım, okuldan ayrıldı, Karaman’dan gitti. “Peki, şimdi ne olacak?” diye düşünürken yerine öğrencisi olan Nilüfer Dural geldi. Tabii, Necmiye Hanımın prensipleri değişmedi, aynen devam ettirdik. Bu sayede, biz Nilüfer Hanıma da çok kısa sürede intibak ettik ve bir uyumsuzluk çıkmadı.
Ayrıca (pozitif anlamda bir ek olarak), Nilüfer Hanımın da prensipleri vardı. Şöyle ki; kimyadaki periyodik sistemin hayranıydı ve küçük veya büyük, bütün kimyasal olayları, bu sistemle çözüyor ve anlatıyordu.
Genelde o dönemlerde, ortaokul üçüncü sınıfta, periyodik sistem bilgi açısından kısaca anlatılırdı. Ama Nilüfer Hanımın merakı sayesinde biz, periyodik sistemi, geniş ve detaylı okuduk. Bu doğrultuda da istisnasız, her kimyasal reaksiyonu periyodik sistemle çözmeyi öğrendik.
Bu sayede Karaman’lı öğrenciler, Konya Lisesinde okurken, fen derslerinde daima bir adım önde oldular. Hatta kimya hocaları, asistanlarını hep Karaman’lı öğrenciler arasından seçtiler.
Onun için yazının başlığını “Muhteşem İkili” diye yazdım. İkisi de rahmetli oldular. Ruhları şad olsun.
Bu vesile ile, rahmetli olan, diğer ortaokul öğretmenlerimiz için, ve aramızdan erken ayrılan sınıf arkadaşlarımız için de Allah’tan rahmet diliyorum.
Yeri gelmişken, ben de yeni yetişen gençlerimize hatırlatıyorum: Biz, yukarıdaki satırlarda saygıyla andığımız öğretmenlerimizden, her okuduğumuzu ve/veya duyduğumuzu, ezbere kabul etmemeyi, her konunun eğrisini, doğrusunu, alternatif çözümlerini, bugüne kadar nasıl geliştiğini, ve daha ileride nasıl gelişeceğini, araştırmayı öğrendik. Bu sayede her zaman kazançlı çıktık ki, aradan 70 yıl geçtikten sonra bile, bu öğretmenlerimizi saygıyla anıyoruz.
Onlar da her okuduklarını veya duyduklarını ezbere kabul etmesinler. Konuların şartlarını, eğrisini, doğrusunu, evvelce nasıl geliştiğini, bundan sonra nasıl gelişebileceğini iyi araştırsınlar. Ondan sonra bir çözüme varsınlar. Ben, onların da bu sayede, “aranılan bir eleman” olarak yetişeceklerine ve hayatta başarılı olacaklarına inanıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder