Hüsnü Buğdaycı
MEHMET HÜSNÜ BUĞDAYCI
Şubat 1946 da Karaman’da doğdum.1957 yılında Cumhuriyet ilkokulundan, 1960 da Karaman orta okulundan ve 1963 yılında Karaman Lisesinden mezun oldum.1969 yılında Ege Üniversitesi Tıp fakültesini bitirdim. Aynı Üniversitede 1973 yılında Tıbbi Patoloji Uzmanı, 1980 de Patoloji Doçenti ünvanı aldım. 1982 yılına kadar aynı üniversitede hizmet verdim. YÖK yasası nedeniyle 1982 yılnda istifa ederek 2011 yılına kadar İzmir Belediye Hastahanesinde ve özel hastanelerde özel hizmet verdim.2011-2016 yılları arasında özel bir üniversitede Patoloji Anabilim Dalı başkanı olarak çalıştım.1976-1977 yıllarında Belçika’da Tıbbi Mikoloji dalında ihtisas yaptım. Evli ve 3 çocuk babasıyım.
Bir Türk düşünür: ’Çocuğun eğitimi anne-baba doğduğu gün başlar’ der. Onların eğitim kazanımıyla çocuklarını eğittiğini söylemişti. Babam 3 yaşında yetim kalmış, 9 yaşında işçilik, 15 yaşında demircilik hayatı başlayan çok çalışkan, otoriter, güçlü iradeye sahip, doğru bildiği konuda çevreyi takmayan biriydi. Ben de çocuklarıma ve öğrencilerime dürüst,iyi niyetli, çalışkan ve aklını doğru kullandıklarında mutlaka başarılı olacaklarını, gösterişten ve israftan uzak (Kendim ve 3 çocuğum düğünsüz evlendik ama yerine 3 yetimhane, 200 çocuğun katarakt ameliyatına vesile olduk) olmayı ve kolektif çalışmayı önerdim.(Esasen ilahî kitabımız da’ Aklını kullanmayana pislik yağdırırım, Herkes mutlaka çalıştığının karşılığını alır, birlik olun parçalanmayın demez mi ?). Özetle hayatımda babam çok etkili olmuştur.
Ayrıca bana her türlü desteği veren eşim ve çocuklarımın yeri bir başka. Hepsine teşekkür ederim.
Özetle öğrencilik yıllarımla ilgili birkaç anımla şartlar ne olursa olsun dürüst, azimle çalışmanın mutlaka karşılığının alınacağına, en büyük mutluluğun da çalışarak kazanılan değerler olduğuna, israfın her türünün malı ve mutluluğu azalttığına inanıyorum.
HAYATTAKİ İLK TRAVMAM
İlk okul 5. sınfta 10-11 yaşındayım. Müdürümüz “Cafer Eray” ve Öğretmenimiz “Şükriye Harani”. Matematiğim iyi diye bir subay çocuğu ile birlikte kooperatif koluna ayırdı ve kooperatifi biz işlettiriyoruz. (Şimdilerde okul kantini). Ders aralarında okul adına küçük bir odacıkta kırtasiye v simit. Satışları yapılan bir sistemdi. Tabii ki bu onurlu bir görevdi. Tüm okulda ilk 2 öğrenci oluyorsunuz. Bu nedenle de dostlarınız ve ziyaretçiniz artıyor. 2. ayın sonunda diğer sorumlu arkadaşım müdürümüz (Cafer Eray)e kasadan para çaldığımı söylemiş. Çocuklar bazen çok acımasız oluyorlar. Kooperatif 1 gün kapatıldı ve sayım yapıldı. Ertesi gün ben konuyu duyunca kendimi parçalarcasına ağlıyarak müdürün yanına gittim. Benim hırsız olmadığımı salya sümük anlatıyorum. Müdür Bey beni azarlıyarak kimin bana bunu söylediğini, kasanın açık vermediğini söyledi, beni okşuyarak görevime gönderdi. Kantinde sayımın sonucunun ne olduğunu bilmiyorum ancak o travma nedeniyle olsa gerek ben bundan sonra paralı işlerde sorumluluklardan kaçan biri oldum.
OKUMAMDA ÖNEMLİ ROL ALAN KİŞİ VE OLAYLAR: Ailemizde tek okuyan kişiyim. Benim 4 yaş büyüğüm Mustafa zekî, okuma fırsatı bulamamış keşif yeteneği olan birisiydi ve babamla birlikte demirci dükkânını çalıştırıyordu. (Büyük abim uzun süredir kronik rahatsızlığı olduğundan dükkânda çalışamıyor) Babama kendisinin okuyamadığını bari benim okutulmamı telkin ediyor. Onun teşvikiyle orta okula gönderildim. O dönem, dükkânda da bir çırağa çok ihtiyaç olan dönem. Böylece orta öğretim hayatım başladı.
Orta 1.sınıf 1. Dönemin sonları. Yaş olarak okula 1 yıl erken gönderilmişim. Ufak-tefek, kara tahtanın üstüne yetişemeyen vasat hatta silik bir öğrenciyim. Bu nedenle de özgüvenim eksik. Okulun en yaşlı öğretmeni HEREDOT lakaplı “Haydar Güneş” tarih-coğrafya-yurttaşlık dersi öğretmenimiz. Kendine özgü ders anlatma tekniği olan (Haritayı köşeli olarak birkaç dakikada tahtaya çizen ve kimsenin kullanmadığı tarih merdiveni kullanırdı). Coğrafya dersinde meridyen, paralel ve mahalli saati işliyor. Ders işleme tekniği konuyu anlatır,1 problem çözer sonra eski öğrencilerden birini kaldırıp ona da benzer bir problem çözdürürdü… Böyle bir problemi 2 yıllık bir arkadaşımıza çözdürmek istedi, çözemedi. Benim yanımda Ali adında okul hizmetlisinin oğlu var ve ilkokuldan aynı sınıftan geldik. Bana sessizce “Hüsnü senin matematiğin kuvvetli, sen çözersin değil mi?” dedi. Ben bilmem dedim. Hoca arkamızdaymış. Kalk bakalım tahtaya dedi. Korkarak kalktım. Hoca paraleller arası mesafe örneği yaptı, sonra bana bir problem çözdürdü, başardım. Sonra meridyen hesabını aynı şekilde başardım. Sıra mahalli saat hesabına geldi bana: bunu da yaparsan tam puan verecem, dedi. Heredot’tan 5 almak büyük başarı. Aslında son derece basit. Her meridyen arası 4 dakika, ama heyecandan ayaklarım titriyor. Çözdüm ve bana aferin, dedi. O gün öğretmenler odasına gittiğinde 1 C sınıfında çok zeki bir çocuk var diye öğretmenlere beni methetmiş. Ertesi gün derse her giren öğretmen, kapıdan girince: Hüsnü Buğdaycı diyor, korkuyla ayağa kalkıyorum, bakıyorlar bana. Haydar Beyin anlattığı öğrenci sen misin? Aferim diyorlar, oturuyorum. Artık vasat öğrenci olma hakkım yoktu, mahcub olmamak için çok çalışmalıydım. Mustafa abime bu olayı o gün anlatmışlar, o da beni özel olarak ödüllendirmişti.
Babam sıcak demirci. Yani ocakta demiri akkor hale getirip döverek işlerdik. Dükkanımızın tavanı çinko levhalardan oluşuyordu. Yazın havanın sıcaklığı, çinko levhaların ısıyı tabana vermesi yanısıra ocağın yanında balyozla demir dövülen, kışın soğuktan çıplak elle demire değdiğinizde derinizin demire yapıştığı ortam. Bütün orta tahsilim boyunca yarım gün dükkânda, yarım gün okulda olurdum. Özellikle yaz günlerinde dua ederdim. Okullar açılsa da okusam diye. Okumamda bu dükkânın çok rolü oldu.
Lise 2. sınıfta sınıflar fen ve edebiyat diye 2’ye ayrılırdı. Ben fen sınıfını seçtim.O yıl ilk aşkımı yaşadım. Platonik-romantik bir aşktı. Kıza açılamadım bile. Çünkü okumalıydım. Ne var ki yatıyordum hayali gözümün önünde, ders çalışıyorum hayali gözümün önünde. Camide namaz sonrası ‘Ya Rabbi bana unuttur’ diye ağladığım günlerim olmuştu.
Yıl 1962, artık lise son sınıftayız ve üniversiteyi kazanmalıyız. Test sorularıyla üniversite giriş sınavı yapılan ilk yıllar. Eski dönemlerde genelde mülakatla üniversite sınavı yapıldığı, baba mesleğine göre tercihli öğrenci alınırdı. Yani askeri okullara subay çocukları, tıp fakültesine doktor çocukları, Öğretmen okuluna öğretmen çocukları ve tabii öğretim üyesi çocukları da babalarının okuluna tercihli alınır. Ta Osmanlıdan kalma liyakat değil asaletin geçerli olduğu ‘beşik uleması’ diye de isimlendirilen çocuk doğduğu gün mesleği belirlenen sınav sistemi. Dershane, sınav kitabı falan yok. Bizden önceki dönemde de üniversite girişi pek başarılı olmamıştı. Sınıf arkadaşlarımız bir araya geldik, kendimizce bir çözüm ürettik. Test defterciği yapmaya kara verdik. Yani her arkadaş bir kitabı soru-cevap halinde çıkaracak. Birimiz lise 1 coğrafyası, diğeri lise 2 coğrafyası, diğeri lise 3 coğrafyası vs. şeklinde bütün ders kitaplarını bölüştük ve 1. Sömestre sonunda defterleri birbirimize vererek kopyaladık. Elimizde koca bir defter koçanı oldu. Bizden önceki devrede üniversite giriş başarısı düşükken bizim sınıfta yanılmıyorsam 4 arkadaş dışında hepimiz üniversiteye gittik. Bu 4 arkadaştan 2 tanes ide girdi ama bölümünü beğenmeyip 1 yıl sonra sınav tekrarı yaptı. 2 tanesi de o zaman tüm Türkiye’de 40 öğrenci alınan eczacılığı kazanamadı ve evlendi. Bu bizim kolektif çalışmamızın eseriydi.
İlginç bir anımda: Lise bitirme sınavında Edebiyat sorularımdan biri ‘MEHMET Akif Ersoy’un edebi kişiliği idi. Ezberlemişiz, her şeyi söyledim, Melik Güzelant Hoca tatmin olmuyor. Bir anda fikirlerini kahramanlarına söyletir diyerek Seyfi Baba ‘da “Kim ki kazanmazsa bir ekmek parası, dostunun yüzkarası, düşmanının maskarası dedim. Melik Bey “hıh” dedi ve beni tam notla ödüllendirmişti.
Demirci dükkanından geldiğim için idealim makine mühendisi olmaktı. Ama çevrem hastalıklarla boğuşuyor. Anneannem kalp yetmezliğinde, dayım astımlı, büyük abim kemik hastalıkları hastanesinde yatıyor ve benim okumama vesile olan abim asker, askeri hastanede. O dönemdeki üniversite sınavlarının bir özelliği de her üniversite kendi şehrinde ve ayrı günlerde sınav yapıyor. Erzurum 15 Eylül, Ege Ün. 19 Eylül, Ankara Ün. 22 Eylül, İstanbul Ün. 3 Ekim, İstanbul Teknik Ün.4 Ekim’de ve tek tercih yapabilirsiniz. Tabii en gözde Üniversite İstanbul Üni. ve İstanbul Teknik Üniversitesi. Sınavları en sonda. Üstelik şehir şehir dolaşacaksınız. Bu da maddiyat demekti. Yol parası, gittiğiniz yerde konaklama imkânı, büyük şehirde yaşamamış biri vs. Yani bizim için zor hatta imkânsızlık demekti.
Bu nedenle Ege Üniversitesinden Tıpla başladım. Ne var ki cebimde 150 lirayla yola çıktım. Her şehirde 2-3 gün kalıyorsun, sınav sonuçları 1-2 gün içinde belli olduğundan sonucu alıp başka şehre gidiyorsun. Ege üniversite Tıp Fakültesini 14. olarak kazandım. Bizim sınıfımızdan 2.si tıp, biri Ziraat Fak. olmak üzere 3 kişi kazandık ama cebimde 80 lira kaldı. Saygıdeğer bir meslek, kapı kapı dolaşmak için imkanımız da az, üstelik idealistiz, Annemin Cuma günleri hastalara ücretsiz bak duasıyla tıp’a adım attım.
Hayatımın en büyük hatalarından birini o gün yaptım. Karaman’a dönüyoruz. Tıbbı kazanan diğer arkadaşım sigara almış ve yakmam için ısrar ediyor. Bunun bir kutlama olduğunu söylüyor. İçmediğimi söyledikçe sanki bütün otobüs ağız birliği yapmışçasına ısrar ediyorlardı. 1 tane yaktım hoşlanmadım. Ama o zamanlar içki içmeyen, sigara içmeyen ve hovardalık etmeyen erkek erkekten sayılmazmış. Her grup toplantısında bu sloganlar söylenir, her entelektüelin resmi sigaralı ya da sigara dumanı ardında bir siluet. Rab aklını kullanmayanın üzerine pislik yağdırırım diyor ya. İşte bu omurgasızlığım (o gün yeterince direnmemem), yanlış beslenme, düzensiz yaşam şartları Tbc. olup aylarca hastanelerde yatmama ve akciğer kanseri yanlış tanısı koydurmaya sebep olacaktı. Tabii bunda Karaman gibi kapalı bir toplumdan İzmir’e gelmiş bir delikanlının topluma girme, kendini kabul ettirme, uyum sağlama duygusu bir süre sonra sigara tiryakisi yaptı.
Fakülte 1. sınıftayız. Anadolu’dan gelen bizim gibi garip 17 kişiyiz. Sınıfımızda özel arabaya sahip sınıf arkadaşlarımız (o zaman Karaman’da 2 tane özel araba vardı), şen şakrak sosyal aktivitelerde bulunan gruplar var. Bense sınıf kız arkadaşım yolda ‘iyi akşamlar’ deyince cevap veremeyen utangaç bir delikanlı. Bir şeyler yapmamız lazımdı. Öncelikle karar aldık her gün 5 değişik gazete alıp makalelerini okuyor ve kritiklerini yapıyor, duyduğumuz her konferansa koşuyorduk. Bu bize toplumsal konularda konuşma imkânı ve özgüven veriyordu.
Şimdilerde başarılı olan her öğrenciye onlarca burs kapısı, her isteyene devlet kredi veriyor.1963-64 senesinde bizde 1 kişi dışında (devrin iktidarının il başkanının oğlu idi) direk sınıf geçmeyene devlet bursu yok. Kredi ancak 8 ay sonra çıktı. Burada da çok dramatik bir anım var. Başarılı olunca devlet sahip çıkacak diye düşünüyor insan.1964 Mart ayı Kredi ve YK dan kredi çıktı. 2 Kefil isteniyor. Belgeyi memlekete gönderdik, babam kime söylese kefil olmuyorlar. Kahvede oturmuş üzgün halini gören MANYANLI RIZA geliyor, tertip neyin var diyor, babamda anlatınca ‘hemen getir’ diyor hiç okumadan izalayıp “Çocuğun okuyor daha ne istiyorsun” diyor/Kul sıkışmadan Hızır yetişmezmiş). Temmuz ayına kadar kredimiz çalıştı, temmuzda demirci dükkanındayım bir resmi evrak geldi. Yanlış beyanda bulunduğumdan kredinin kesildiği ve parayı hemen ödemezsek Ankara mahkesine verileceğimiz yazılı. 1750 lira çok para. Dedim ben yanlış yazmadım, zaten devletten korkarım, sen dur şunu bir araştırıyım. Zenginliğin en önemli referans olduğu dönemler. Polis gelmiş muhtara sormuş. Muhtar ‘çok çalışkan ama gariban, krediyi zenginlere verirler diye’ şişirmişte şişirmiş, sanırsın Karaman’da beylik kurmuşuz. İzah ettim, ağlamaya başladı. Bir yazı döşendi ‘Hasmımızdı, kredi almasın diye kasıtlı yaptım, babasının 1 ev ve bir demirci dükkanından başka bir şeyi yok, şimdide hastalıkla uğraşıyor. Vicdanım el vermiyor artık’ diye. Dedim bu suç içeriyor. Olsun dedi.
Bütün resmî kurumlardan belgeleri topladım Ankara’ya KYK genel müdürlüğüne gittim, Müdür’e rica ediyorum, yalvarıyorum. Yeni bir tahkikat yapılsın. Müdür yapamam diyor başka bir şey demiyor. Bıçağın kemiğe dayandığı noktada, kredi aldım diye burs hakkını da kaybetmişim. Dedim Genel müdür kim?. Dediler yurt dışında. Merdivene oturdum, ağlıyorum. Bir bey geldi: Delikanlı ne ağlıyorsun dedi. Ben elimde evrakları sallayarak durumu anlattım. Bütün evrakı inceledi: Ağlama gel dedi aynı müdüre gitti. Bu çocuğun evrakını al ve yeni soruşturma aç dedi. Müdür açamam resmi kuruma saygısızlık olur dedi Beyefendi: Ne saygısızlığı adam evrakla gelmiş, gerekirse ben sorumluyum dedi. Sonra sordum bu kim diye. Genel müdür yardımcısıymış. 7 ay sonra kredim tekrar bağlandı. Şimdi her isteyene kredi, başarılıysan herkesden burs var. Kıymetini bilmek, hakkını da vermek lazım. 1. sınıf 1. Sömestrede 3 ay her gün evden getirdiğimiz kuru fasülye, bulgur pilavı birde taze fasulye turşusu yemiştik. Esas gıda kaynağımız ve tek para verdiğimiz somun ekmekti.
Fasulye turşusu da bizim için önemliydi. Yurtta 26 numarada kalıyoruz. 27 numarada Urfalı öğrenciler var ve her hafta sonu müzikli eğlenceler yapıyorlar. Urfalı bir de köy ağası oğlu var. Bir gün biz ekmek yerken (Yemeğe yemek tabiri o zamanlar kullanılmazdı. Çünkü esas olan karın doyurmaksa yemek ekmeği yediren tali bir şeydi.) odaya 1 arkadaş geldi. Sofraya davet ettik. Yok dedi ama Güney doğulu deyimli turşudan aldı. Turşu bahçe bozumunda toplanmış küçük taze fasülyeden oluşmuş. Hoşuna gitti ve biraz aldı. Ondan sonra her hafta sonu 1 tabak köfte yede şiş-pirzola getirir ve bir tabak turşu alırdı. Bizde bu sayede et yiyorduk.
Özetle Üniversite yaşamım başarılı ve çok hareketli oldu.2. sınıf öğrencisiyim beni Konya Talebe Derneği Başkanı seçtiler. Bıyığı yeni terlemiş gencecik 18 yaşındayım. O yıl İzmir’de Mevlâna gecesi yaparak yasak olmasına rağmen Konya dışında Turgutlulu 2 çocuğa “SEMAĞ” töreni yaptırdık, 3. Sınıf öğrencisiyim “Bir dernek kurduk ve Tıp fakültesi 1. Ve 2. Sınıflara en zor dersler olan histoloji-kemik dersleri vererek popüler olmaya başladık. Bu popülerlik 1968 yılında zoraki “TIP FAKÜLTESİ ÖĞRENCİ CEMİYETİ BAŞKANLIĞI” 1968 kuşağı diye de adlandırılan zorlu yıllarda hem cemiyetçilik hem dönem stajlarım, hem okumama vesile olan abimin 1 yıl süren hastalığı, nihayetinde ölümü ve benim de sanatoryum günlerim derken 1969 Eylül döneminde Tıp Doktoru olarak okulu bitirdim.
Yorumlar
Yorum Gönder