Asuman Güven


Asuman Güven Aksoy

Mansur Dede mahallesinde Rahmi dedemin evinde doğmuşum. Babam Dr. Ziya Güven, annem Ümmühan Güven. Ben ikinci çocuklarıyım, ağabeyim Rahmi benden 4,5 yıl önce doğmuş.  Annem daha çok sevinmiş benim gelişime, bir kızı olsun istiyormuş hep. Bu evde babaannem Ayşe Dudu ile birlikte yaşıyorduk, yeşil gözlü hoş bir kadındı. Yaşamaktan hoşlanır ama ara sıra çok yaşayamadığı gençliğini de özler gibiydi, nede olsa Rahmi dedem evlendiklerinde 40, o ise 17 yaşındaymış. Babaannem için ağabeyim Rahmi her torunundan daha değerliydi. Bayramlarda ona 5 lira bizlere de 2,5 lira verirdi! Yıllar sonra Rahmi de kızına babaannemin ismini verdi. 

Bu evin bahçesi güzeldi, dışardan pek gözükmezdi, yüksek duvarlarla çevriliydi ama duvarın altındaki bir delikten çürük su gelirdi bahçeye. Bu su hem görkemli asmaya, iğde ağacına hem de babamın ektiği yıldız çiçeklerine iyi gelirdi. Bu bahçede kuzenlerimle oynamaya, asmanın altında kahvaltı etmeğe bayılırdım. Bende yer eden iki şey var biz bu evde yaşarken. İlki babaannemle hamam’a gidişlerimiz. Sabunu, tası alıp o buharlı, hafif rahatsız edici, ama çıktıktan sonraki kendimi iyi hissettiğim yere gitmek. İkincisi ise anneannem Nefise Eriş’in bahçesine gitmekti. Bahçe evin bahçesi değil, elma bahçesi. Karaman’ın biraz dışında, yürüyerek giderdik. Bahçenin içinden sakin bir dere geçerdi, kenarında oturup piknik yapardık. Annem, teyzelerim zeytinyağlı dolmaları, börekleri yapıp getirirlerdi. Bahçede bir-iki de kiraz ağacı, birde ceviz ağacı vardı. Hep düşünmüşümdür, bu kadınlar ne özverili insanlardı, dünya ile barışık, şikayetsiz, kolaymış gibi bir dolu iş yaparlardı. Hem yemek yaparlardı hem çocuk büyütürler hem de dantel işlerlerdi. Bu özveri sayesinde oluşmuştur benim bir sürü mutlu anılarım. Bu kadınları hiç unutmadım, ilerde kendim anne olunca da hep onları hatırladım. 

Ben Gazi Mustafa Kemal ilk okuluna başladığımda, İstasyon Caddesindeki Güven Apartmanı’nın yapımı bitmişti oraya taşındık. Hem bu ilk okulu hem de Türkan hocamı çok sevdim. Bu yeni evin arka bahçesinde de meyve ağaçları, üç tanede çam ağacı vardı. Uzun bir süre Güven ailesi mutlu yaşadı bu evde. Birbirini seven, arkadaş olmayı da becermiş bir çiftiler annem ve babam.  Babam ha bire çalışıyor, kazanıyordu, kardeşim Rahmi, önce Konya Kolejinde sonrada Orta Doğu Teknik Üniversitesinin Fizik bölümünde gayet başarılı olmuştu. Rahmi, akıllı, sosyal adaleti isteyen, bireyle saygılı, hassas bir insandı. Evde böyle bir modelin olması sadece beni değil, küçük kardeşim, akıllı, yeşil gözlü Bilgehan’ı (annemin “yeşil ördeği”) da etkiledi. İkimizde onun açtığı yoldan yürüdük; “aklın yolundan” yürümenin değerini onda görerek öğrendik.

Lisede iyi arkadaşlar edindim, Hancı, Çelebi, Attila, Semra gibi. Arkadaşlarımdan Nuran’ın ve Ercüment’in yeri ayrıydı. Nuran’la ödevlerimizi beraber yapar, Ercüment’le de kitap değiş tokuşu yapar, Nazım Hikmet’in şiirlerini okurduk.  Lise sonda American Field Service’in verdiği bir bursla Ercüment’le birlikte Amerika’ya gittik, ben Virginia, Ercüment’te Kaliforniya eyaletinde lise sonu okuduk. Ercüment’le Karaman Lisesinde başlayan dostluğumuz 40 yılı aşkın sürüyor. 

Önce babaannemi kansere kaybettik, sonrada babamın ölümcül hastalığını (ALS) öğrendik. Babam iki yıl savaştı, ama sonunda onu da kaybettik. Herkes ölecek, abartıyorum sanmayın, ama ALS’den ölmek iki yıl yavaş yavaş ölmek demektir! Gaddarca bir ölüm biçimi.  Ben üniversiteye yeni başlamıştım babam öldüğünde. Karlı bir gündü, Rahmi gelip beni kaldığım yurttan aldı, birlikte otobüsle Karaman’a yola çıktık, yolda otobüs arızalandı, eve vardığımızda götürmüşlerdi onu. 52 yaşındaydı, neşeli şakacı, yaşamakla ilgili planları olan bir insandı, Yaşam ona adil davranmadı. Eve gelince onun artık giyilmeyecek terliklerini görünce, içim derinden sızladı; sonra küçük kardeşim Bilgehan’a baktım, daha 12 yaşındaydı, “bu çocukta babasız büyüyecek” diye geçti, aklımdan. Bilgehan babasız büyüdü ama Wisconsin Üniversitesi’nden doktorasını aldı, eminim babamız yaşasaydı buna çok memnun olurdu. 

Bu acılar, kayıplar Karaman’ın parlaklığını aldı içimizden. Yaşamın babama yaptığı gibi, bu keyfi gaddarlığından korkmaya başladık.  Güven apartmanındaki mutluluğumuz bitmişti. Rahmi Orta Doğu Teknik Üniversitesinde asistandı, bende Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinde öğrenci. Babam ölmeden önce, Ankara’dan bir daire almıştı anneme, gidip çocuklarıyla yaşasın diye.  Böylece Ankara serüvenimiz başladı. Ankara Fen Fakültesinin bahçesi, havuzları, binaları güzeldi ama iyi ısıtılamayan amfilerinde ders dinlemek kolay olmazdı. Burada Güzin, Neşe, Melike, Hale gibi candan arkadaşlar buldum. Üstelik Maide Oruç gibi bir matematikçi kadın önümüzde şahane bir örnekti. Maide hoca Diferansiyel Denklemler dersi verirdi ve matematikte yazmanın da ne kadar önemli olduğunu ondan öğrendim. 

Ankara’daki evin üç odası vardı, bu üç odada üç çalışma masası dururdu her çocuğa bir tane. Annemde harikaydı, İhsan Şarküteri’den alışverişi yapar, bize patlıcanlı pilavlarını, kürdan kebaplarını yedirir, yemekten sonrada çalışma masalarımızın üstüne birer bardak çay koyardı.  Nasıl çalışılmaz, nasıl öğrenilmez annemin bu gayreti karşısında? Üçümüzün de iyi öğrenci olmamızın sebebi babamın “sonuna kadar gidin, öğrendiklerinizi derinden öğrenin” öğütleriyle, annemin emeklerinin payı çok fazladır. 

Annem orta ikiden ayrılan çocuklardan. Aslında 19 Mayıs kutlamaları sebep olmuş okuldan ayrılmasına. Açıklayayım: annem güzel bir genç kız, pak beyaz. 19 Mayıs kutlamalarında gençler şortla sahada jimnastik yapacak. Hadi dedem uygun görmemiş. Beden eğitimi dersinden de bu yüzden ikmale kalınca, öyle utanmış ki bu tutucu tavra, gidip izah edememiş hocasına. Dedemde “tamam evde otursun” deyivermiş! Annemin içinde bir sızıydı bu, bana hep “oğullarım okusun başarılı olsunlar isterim ama, benim için önemli olan senin okuman Asuman, kendi ayaklarının üstünde durman” derdi. Bunun bana ne kadar doğru bir öğüt olduğunu her zaman hissetmişimdir. Yıllar sonra yaşlılığında “anne yapmak isteyip de yapamadığın ne oldu hayatta” diye sorunca, “bir, yabancı bir dili iyi konuşmak; iki, iyi ata binmek; üç iyi araba kullanabilmek” demişti. Tabii ikinci ve üçüncü istekleri “özgürlük” hisleriyle ilgili. Annem babamdan sonra 48 sene daha yaşadı, yalnız, ama babamı hep andı, hiç unutmadı.

Üniversiteyi bitirdikten sonra Ercüment’le evlendik, Aşağı Ayrancı semtinde eksi birinci katta bir daire kiraladık. Daire dökülüyordu, bizim de paramız azdı; ikimiz kolları sıvayıp evi boyadık, tamir ettik. Kitaplarımız ve plaklarımızı da içine koyunca, daire güzelleşti. Ev sahibi kiraya verirken, “çok oturamazsınız ben burayı satacağım” diyordu, ev güzelleşince vazgeçti adam!  Buradayken Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ) Prof. Tosun Terzioğlu’nun öğrencisi olarak bir master tezi yazdım. Bölüme arada sırada Cahit Arf da gelirdi, (Cahit Arf’ı tanımıyorsanız, elinizdeki bir 10 TL’nin üstündeki resme ve yanındaki matematiksel formüle bakın). Bize bir dizi seminer verdi.  Yazısı inci gibiydi, bizleri teşvik ederdi ama en önemlisi onun matematikten nasıl zevk aldığını görmekti. Tosun hocam ise az konuşur ama öz konuşurdu. Tosun hocadan fonksiyonel analiz dersini aldım, bu alanda bir doktora yapmak istedim. TUBITAK’in bursuyla Michigan Üniversitesinde doktoraya başladım.

Michigan soğuk bir yerdi, 6 ay kar yerde durur, size toprağın rengini özletirdi. Üstelik paramız az, geleceğe ilişkin kuşkularımız çok, ama bunları örtecek hoş şeyler de hemen kendini gösterdi. Bir kere şahane bir kütüphanesi vardı bu üniversitenin, içinde önemli sayıda Türkçe kitapları bile olan. Sonra hocalardan çok bilgili, saygın olanlar vardı; bunlardan Hint kökenli bir matematikçi olan M.S. Ramanujan’la doktora tezimi yazdım. Bölümdeki diğer doktora öğrencileri de çok ilginç insanlardı. İlk defa Hintli, Çinli, Rus arkadaşlar edindim. Birde Türk öğrenciler vardı ki ben en çok onlardan etkilendim. Benden önce Mefharet Kocatepe ve Ayşe Soysal doktoralarını bu bölümde bitirmişler, benimle beraber Ayşenur Ünal, Hulusi Özoklav ve Ali Özlük bu bölümdeydi. Hepsi de akıllı ve bilgili, ilginç insanlar. Bunlardan Hulusi ve Ali’nin ne yazık ömürleri kısa oldu, ama onları tanıyanlar unutamadılar.

Doktoradan sonra ilk işimi Oakland Üniversitesi’nde buldum. Hevesle ders vermeğe ve tezimden makaleler çıkarmaya çalışırken, bir gece ders vermekten eve dönerken, bir sarhoş sürücü, yolun ters tarafından gelip, bana çarptı. Kötü bir kazaydı, ciddi yaraladı beni. Ama şansım yine de varmış, ne kendi hayatım, nede karnımdaki ilk oğlum Can’ın hayatı kayboldu, bu olaydan 30 yıl sonra ikimizde dimdik ayaktayız. 

Sonra California’ya taşındık, “Claremont Colleges” adlı bir birleşik kurumun parçası olan Claremont McKenna College’dan “tenure”imi aldım.  İkinci oğlum Sinan’da burada doğdu.  Böyle hem araştırmada hem de hocalıkta iyi olmak, gayret, plan düzenlilik isteyen bir olaydır, birde çevrenin desteği de lazımdır. Evde beni eşim Ercüment hep destekledi, saygı ve sevgi gösterdi. Yalnızca kendinin değil ailemizin bir bütün olarak gelişmesi için uğraştı. Claremont McKenna College beni kurum olarak destekledi. Örneğin makalelerimi uluslar arası toplantılarda sunabilmem için, dünyanın çeşitli bölgelerine (Avrupa’daki ülkelere, özellikle İtalya, İspanya, Polanya, Çin ve Japonya’ya) yolladı.

Güney Kalifornia da yaşadığımız şehir Claremont; Los Angeles’in 30 mil doğusunda ufak bir üniversite şehri. California Institute of Technology’e (CALTECH) 30 dakika mesafede. Ayrıca Kaliforniya üniversitesinin bir sürü kampusuna da yakın. Örneğin bir “Sabbatical” dediğimiz ders vermeden araştırma yapmak için kullanılan okul dönemleri vardır, ben de böyle bir dönemi CALTECH’te, bir başkasını da, Kaliforniya Üniversitesinde geçirdim. Caltech’te Prof. W. Luxembourg’u tanıdım.  Matematikçiler bilirler bunun nasıl hoş bir şey olduğunu. Güney Kaliforniya Fonksiyonel Analiz Seminerlerinde, aslan Faslı olan M. A. Khamsi ile tanıştım.  Onunla iki kitap yazdık. Birisi “Nonstandard Methods in Fixed Point Theory” diğeri “A Problem Book in Real Analysis”. Birkaç yıl önce bir gurup matematikçiyle “Topics in Functional Analysis and Algebra” kitabını yayımladık.  

Araştırmalarımı makaleler olarak yayımladım. Eğer merak ediliyorsa MathSciNet’e (American Mathematical Society data-base) bakılabilir. Burada benim yayımladığım 40’ın üzerinde makale ve bunların özetlerine ulaşılabilir.

Claremont’ta iki kez matematik bölüm başkanlığı yaptım, 1997-2000 ve 2007-2009 yılları arasında ve yine Claremont’da iki kez “Roy P. Crocker Award for Merit” ve bir kez de “Presidential Award” ödüllerine layık görüldüm. 2006 yılında Mathematical Association of America o yılki “Distinguished College or University Teaching of Mathematics” ödülünü bana verdi. 2009 yılında da “Crown Professorship and Robert’s Fellow” unvanlarını aldım.

Babamın 1970’lerde yaşadığı trajedi dışında 2018’e kadar hayat benim için inişli-çıkışlı geçti. Oğullarım Can İngiliz Edebiyatı ve Sinan da matematik doktorasını alınca hepimiz doktoralı bir aile olduk. Onlar da sevdikleriyle evlendiler ve bunlar benim hayatımdaki mutlu anlara eklendi. Ama, Mayıs 2017’de annemin ölümünü gördüm ve ondan bir ay sonra ağabeyim Rahmi ağır bir beyin kanaması geçirdi. Sonraki 15 ayda zorlu ve çok acılı bir mücadele verdi ağabeyim hayatta kalmak için. Ne yazık ki onu da 16 Eylül 2019 da kaybettik. Onun kaybıyla sanki bana ait bir tarih ufalanıp kül oldu. Rahmi’nin en zor anlarında bile bizlere sevgi gösterip teşekkür edebilmesi, insanlığı, tabii hep benimle kalacak. Ben USA’ya yerleşeli nerdeyse 40 yıl oldu. Beni yakından tanıyan bir Amerikalı arkadaşım, Prof. Barbara Beechler benim için “you can take the girl out of Turkey but you can not take Turkey out of her” (yani onu Türkiye’den alabilirsiniz ama Türkiye’yi ondan asla) demişti. Türkiye ve Karaman benim hep içimde kalacak...

Yorumlar

  1. Selamlar Asuman Hocam.
    Ben orta okul arkadasiniz Ensar Ozavci. Siz Nuran ve Feyzan ön sirada; ben, Sabri ve İzci arkanizda otururduk. Askeri liseyi seçip ayrildim.
    Sizi, Ercüment Beyi ve Nuran'i 1976 da gördüm. Aci kayiplariniz icin başsagliği dilerim. Basarilariniz ve bilhassa oğullarınızın da doktoralı olmalari dolayisiyla ictenlikle kutlarim. Size ve ailenize Saglik, mutluluk ve esenlikler dilerim. Çok degerli insanlarsiniz. Tanri sizleri koruyup esirgesin.
    ..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder